24 Aralık 2007 Pazartesi

gerçek dostluk

biliyorum bu aralar o kadar az bulunur birşey ki bu konu başlığı olarak yazdığım söz pekçoğunuzun güldüğüne eminim bu yazdıklarıma komik olduğundan değil inanılması zor olduğundan ve eminim alaycı bir gülümseme o yüzünüzdeki :-( pek çok kez aldanışlarım olmuştur benim bu konuda ooo hemde o kadar çok ki sayısını bile unuttum :-) hatta her yanılgının sonunda da allah kahretsin ben adam olmam diye hayıflanmışımdır. ama yinede arada doğru tutturduklarımda oldu tabii işte bu yazı sayısı ömrümde bir elin parmaklarını bile geçmeyecek olan gerçek dostlarımdan birinden geldi ve bende paylaşmak istedim sizlerle

Dostları Olmalı İnsanın

dostları olmalı insanın,
aynen gemilerin limanları gibi
zaman zaman uğradığın
yükünü boşalttığın
dalgalar dininceye kadar beklediğin koynunda
sonra açık denizlere uğurlamalı seni,
geri döneceğin günü bekleme umuduyla
bazen rüzgara o açmalı yelkenini
yanağına konan bir öpücüğün coşkusuyla
halatlarını çözmeli
seni çok
ama çok özlemeli
dostları olmalı insanın,
ermiş, bilge hayatı ezbere okuyabilen
düşünmediklerini düşündüren
seni bir cambaz ipinde güvenle tutabilen
gerektiğinde senin için ateşi yutabilen
yolunu ısıtan ustan olmalı,
şekillendirmeyi öğretmeli hayatın çömleğini
sana vermeli soğuk bir kış gününde
üzerindeki tek gömleğini

18 Aralık 2007 Salı

KALBİNİ KUŞLARA VEREN ÇOCUK

’Tanrı kuşları sevdi ağaçları yarattı

İnsan kuşları sevdi kafesleri yarattı’’

Jacgues Deval



Bir varmış bir yokmuş, adı sanı bilinen zamanın birinde, dağlardan kopup gelen çağlayanların arasında şirin mi şirin küçük bir köy varmış. Her bahar geldiğinde bir başka güzel olurmuş buralar. Doğaya binbir canlılık gelir, bir başka güzel akarmış dereler. Arılar, kadife kanatlı kelebekler çiçek çiçek gezer, daldan dala uçuşurmuş türkü gözlü kuşlar… Bir efsaneye göre güneş en güzel orada gülermiş çocuklara, oraya dökermiş ışığının en güzel renklerini. Yeryüzünün en güzel bitkileri, çiçekleri, hayvanları da oralıymış. Gökyüzünde her gece yıldızların düğünü olur, her sabah bir sevincin şöleni başlarmış. Düş mü? gerçek mi? pek ayırt edilemezmiş, etrafını çevreleyen dağlar öylesine görkemli dururmuş ki, doruklarında gökyüzü hep mavi ve engin bir denizi andırırmış. Eteklerindeki derin vadiler boy boy hayvanlar barındırır, onlara analık eder ve bütün kötülüklerden korurmuş… En vahşi hayvandan, en sessiz böceğe kadar tüm canlılar kardeşce geçinirmiş. Bir yeşil halı gibi yerleri kaplayan çimenler, nereden çıkıp, nerede tükendiği bilinmeyen pırıl pırıl sular, rengarenk çiçekler ve türlü boyalı kuşlarla bu eşsiz yer, bir başka yaşama sevinci verirmiş insanlara.



İşte bu yörede zeki mi zeki, akıllı mı akıllı küçük bir çocuk yaşarmış. Deniz adındaki bu sevimli çocuk insanları, hayvanları, kuşları, çiçekleri, ağaçları yani doğadaki güzel olan her şeyi ve bir de herkesin masal anası ismini verdiği bilge ninesini çok severmiş. O bu sevgisini lafta bırakmaz, gereğini her fırsatta yerine getirir, insanların, hayvanların, canlı cansız, doğadaki tüm varlıkların haksız saldırılara hedef olmaları karşısında, içinde sınırsız bir öfke ve acı duyarmış. Bu yüzden hep güçsüz ve haklıdan yana çıkarmış. Çünkü Deniz ninesinden hep emeği, yardımseverliği, merhametli olmayı, sevgiyi, iyiliği, dürüstlüğü, doğruluğu, temizliği, ahlaklı ve adil olmayı öğrenmiş.



Deniz gün boyu çiçeklerle söyleşir, kelebeklerle uçuşur, bilge ninesinin ardında koşuşup dururmuş kırlarda. Onun geçtiği yerlerde güller gülümser, sümbüller pembeleşir, kuşlar şarkı söyler, dağlar taşlar dillenirmiş. Hafif hafif esen rüzgarlarla ağaçlar eğilip eğilip birbirini selamlarmış. Deniz nerede solmuş sararmış bir çiçek görse, koşar su getirir, koklayıp okşayıp yeşertirmiş. Her şey öylesine ona alışıkmış ki, bir gün ortalıkta görünmese, çevreden iniltiler duyulur uzun narin kavaklar bile boynu bükük bakarmış. Öyle ki, çiçekler üzülüp büzülür, kelebekler uçmaz, kuşlar türkülerini söylemez, sular hışırtısız akarmış. Deniz sadece kuşlarla konuşmazmış. Köylülerin söylediklerine göre, o bütün hayvanların dillerinden de anlarmış. Onlarla saatlerce söyleşir. Birbirileriyle iyi geçinmelerini öğütlermış.



İşte Deniz, bu gizemli doğanın koynunda doğmuş, orada büyümüş orada tanımış çiçekleri. Kuşlarla dostluğu, arkadaşlığı da orada başlamış. Küçücük yüreği dünyayı içine alacak kadar geniş, sevgisi dünyayı ısıtacak kadar sıcakmış. Bu güzel çocuk yaşamına renk veren, anlam katan sevgisinin sesini de orada bulmuş. Hiç bir canlının başka bir canlıya haksızlık etmesine gönlü razı olmazmış. Onun bu sesini duyan her canlı bütün kötülükleri unutur, sadece iyilik düşünürmüş.



Ve bir gün Deniz bu güzelim köyünden ayrılmak zorunda kalmış. Kuşların ötüşü, serin suların çağlayışı kulakları okşayıp yüreklere dökülürken, çiçekler solumalarını sıklaştırmış. Bütün köylüler gediğin tepesini aşıp, Deniz’ i uğurlamışlar; iyi yolculuklar dilemişler. Ninesi o kadar çok üzülmüş ki, sözcükler onun ayrılık acısını anlatmaya yetmemiş. Hiçbir canlının başka bir canlıya veremeyeceği ve hiç bir canlının anlayamayacağı bir şefkat ve sevgiyle basmış bağrına. İçi ılık ılık duygularla dolup kabarmış, o yaşlı yüreğine ince ince çağlayanlar akmış da, yangınını söndürememiş. Torunu uzaklaşıncaya dek çırpınan yaralı bir kuş kanadı gibi, yaşlı gözlerle el sallamış ardından, dualar mırıldamış. Deniz uzaklaşır uzaklaşmaz hemen bütün köylüler onu özlemeye başlamışlar. Bu sevginin kaynağı neredeymiş, neymiş kimse akıl erdirememiş.



Deniz şehirler geçmiş, trenler, otobüsler, vapurlar, otomobiller ve uçaklar görmüş: görünce de ağzı bir karış açık kalmış, zira köyünü çevreleyen dağların ötesini hiç mi hiç bilmezmiş.



Deniz uygarlığın teknolojik nimetlerinden uzak, fakat bozulmamış, kirlenmemiş, temiz ve bakir bir doğa ortamında yaşarken, babası onu alıp uzak bir ülkeye götürmüş. Bu ülkenin renk renk lale bahçeleri, yel değirmenleri, altın saçlı gökgözlü güzel çoçukları varmış. Ancak getirildiği kent beton yığınları ile kaplı, soluk alamayacak derecede kalabalık, gürültülü ve telaşlıymış. Doğup büyüdüğü yerlere hiç benzemediği gibi, her akşam kocaman fabrika bacalarından çıkan, kirli kara bir duman abanırmış kentin üstüne. Kent soluk alamazmış. O zaman gökyüzü ışığını yitirir, sokak lambaları bile zar-zor ışıldarmış. Burada insanlar kendilerini kalın beton duvarlar arkasına, kuşları kafeslere, çiçekleri özgür doğadan koparıp saksılara koymuşlar. Kafesteki kuşlar aç değilmiş ama özgürlükleri yokmuş. Saksıdaki çiçekler susuz değilmiş ama doğal güzellikleri kalmamış. içeklerin renkleri ve kokuları, kuşların ötüşleri yapaymış. İnsanların neşeleri gülüşleri ve ağlayışları da.



Okula başlamış Deniz. Sınıflar çocuk doluymuş, ancak Deniz yalnızmış, bir türlü alışamamış kalabalıklara, kent yaşamına… Yitirdiklerini ararmış Deniz, gözünde tütermiş insiz köyü, yemyeşil dağlar, serin pınarlar, kuşlar, yeleleri rüzgarda savrulan atlar, koyunlar, kuzular, bir de dünya tatlısı nineciği.



Onca kalabalığın orta yerinde yapayalnız kalmış; ne o anlatabilmiş kendini başkalarına, ne de başkaları onu anlamak istemiş. Bir tren geçermiş Deniz’in özlemlerinde, bir kuş ötermiş, o kuytu bir köşeye çekilip ağlarmış. Kimi zaman özlemi dayanımaz bir hal alırmış, yakıp tutuştururmuş yüreğini. Deniz’in bu durumuna öğretmeni çok üzülürmüş. “Sen zeki ve yetenekli bir çocuksun bu günler çabuk geçer buraya da alışırsın” diyerek Deniz’ i teselli etmeye çalışırmış. Ama o dalgınmış, bilincini yitirmişçesine boş boş bakarmış etrafına. Artık düşüncelerinin içinde öyle eriyip yitmiş ki, bu ona sonsuz derece acı verirmiş.



Bir de Deniz’ in kafasını sürekli yoran bazı sorular varmış. Neden kuşların, çiçeklerin zgürlüklerini kısıtlayıp, kafeslerde ve saksılarda tutsak olarak yaşatırlar? Kuşlar ve çiçekler evlerdeki saksılar ve kafesler için yaratılmamıştır ki? Acaba bütün bu haksızlıklar ve acımasızlıklar geçici ve basit bir doyum duygusu için miydi? Peki, kocaman adamların bu tutumuna karşı, ya çocuklar niçin kayıtsız kalıyordu? Onlar, kuşların ve çiçeklerin özgürlüğü için neden bir çaba harcamıyordu?



Deniz bu sorunları günlerce düşünmüş; çiçeklerin saksılara, kuşların kafeslere konulmasına bir anlam yüklemeye çalışmış, ama becerememiş. Gün geçtikçe suskunlaşmış, konuşmaz gülmez olmuş ve yemeden içmeden kesilmiş. Sanki uzak diyarlarda dilsiz, kolsuz, kanatsız kalmış. Gitgide içine kapanmış, yapılan bu haksızlıklara öfkelenmiş, ancak bağırıp çağırmamış, suskunlukla direnmiş.



Derken bir gece hastalanmış Deniz. Günlerce ateşler içinde yatmış, yatarken de köyünü sayıklamış, uyanıkken Perihan ninesini hayal etmiş. Ninesi yine ona öğütler vermiş, destek olmuş yalnızlığında, yol göstermiş. Ninesi Deniz’e “Konuş Deniz’im, yine göz kırp yıldızlara, çiçeklere gülümse, gülücükler dağıt, göster sevgi dolu yüreğini herkese. İyi olmalısın sen, hastalanırsan üzülürüz. Yaşlı yüreğim dayanamaz acına. Sonra bütün kuşlar da üzülür; dağlar, taşlar başlar ağlamaya. Yerin kulağı duyar olup biteni, bütün ormanlar yas tutar. Menekşeler sulara döker kirpiklerini, sular acı keser, acı yolları…” dermiş. Sonra bir an duraksar, yorgun ciğerlerini soluklandırır ardından Deniz’in saçını okşar, konuşmasını yine sürdürürmüş.



Ama Deniz onun söylediklerinin çoğunu duymaz, atların kişnemeleri, kuzuların melemeleri arasında rüyalara dalarmış. Köyünde iken her akşam yatmadan önce, ninesi Deniz’e kuşlar, çocuklar ve çiçeklerle ilgili masallar anlatırmış. Sonra. “o yıldız senin, bu yıldız benim” diye ninesiyle yarışır, gökyüzünün sonsuz ışıltısına bakar, uyurlarmış. Oysa Deniz bu kente geleli bir yıldız bile görememiş.



Günler sel gibi haftalar yel gibi geçip gitmiş. Deniz iyileşip eski sağlığına kavuşmuş, ama özlemi hiç mi hiç dinmemiş. Nereye gitse özlemini de oraya götürmüş. Zaman zaman özlemi içinde onulmaz bir sızı olur depreşir. Ne yapsa ne etse önüne geçemezmiş.



Deniz zeki, enerjik, başarılı ve itinalı bir çocukmuş. Ögretmenleri onun bu niteliklerini yararlı bilgi ve sağlıklı bir çevre bilinciyle dengede tutmak için yoğun bir çaba içine girmişler. Deniz de yavaş yavaş okul yaşamına alışmış. Bu nedenle öğretmenleri iyi bir şey başarmış olduklarını düşünerek gönenmişler, kıvanç duymuşlar. Çünkü Deniz en zor meseleler üzerinde bile inanılmaz ölçüde düşünceler üretir, günlük ders ve ödevlerini büyük bir istekle hazırlar, olumlu taraflarını eliştirmeye çalışırmış.



Deniz her zaman sevimli, duygulu, insanları kırmamaya özen gösteren, herkesin yardımına koşan bir çoçuk olduğunu göstermiş. Onun doğa sevgisi ve bilgisi de herkesin dikkatini çeker ve bu güzel nitelikleri çevresinde sevilmesini sağlarmış. Hatta, onun bu özelliklerini öğretmenleri diğer çocuklara anlatıp, örnek gösterirmiş. Anne ve babası da Deniz’ i bu meziyetleri nedeniyle dünyanın en akıllı çocuğu olarak görürlermiş.



Deniz bir yandan çevresine uyum sağlamaya diğer yandan da kendine yeni uğraşlar edinmeye çalışıyormuş. İşte o günlerde, evlerinin önüdeki küçük bahçeyi düzenlemek aklına gelmiş ve şimdiye kadar bunu düşünemediği için de kendine kızmış. O günden sonra en büyük uğraşı bahçesi olmuş. Oraya çeşitli bitkiler dikip, çiçekler ekmiş. Bahçesindekiler de boy verip renklenince bütün boş zamanlarını onlara bakmakla geçirir olmuş.



Çiçeklerin yanında mutlu olurmuş ya yine de içten içe hüzünlenirmiş. Çünkü, Deniz bu insanları anlamıyormuş. Onlar, kendilerini doğadan uzak, beton duvarlar arkasına kapattıkları yetmiyormuş gibi kuşları da kafeslere tıkmışlar…



Her şey bir yana da ya o büyük kentlerin meydanlarında gördüğü sürü sürü tembel güvercinlere, kirli kanal sularında nazlı nazlı yüzen kuğulara ne demeliydi? Böylesine kanatları olur da, kentlerin o pis havasında, suyunda nasıl dururlardı? Uğuldayan iş makineleri, göğü kirleten fabrika bacaları, araba sesleri, eksoz dumanları, müzik diye zangır zangır bağıran hoperlörler ve estetikten uzak, çirkin apartmanların arasında nasıl yaşanır? Deniz bu soruları durmadan sormuş kendine, ama yanıt bulamamış. Çocuk aklı anlamaya, yanıtlamaya yetmemiş bu soruları.



Ve günün birinde öfkesi öylesine büyümüş ki, gidip babasının onarım işlerinde kullandığı keskin mi keskin testereyi alıp, fırlamış sokağa. Kafes gördüğü ilk eve dalmış ve buradaki kafesi kesmiş. Ve o günden sonra, her gece evlere girip, kafeslerin çubuklarını keserek kuşlara özgürlüklerini vermeye başlamış. Deniz’ in bu yaptıkları kafes sahiplerini çılgına çevirmiş tabiî. Günlerce gazetelere ilanlar verilip, duvarlara afişler asılmış. Radyo ve televizyonlarda duyurular yayınlanmış. Bu yayınlarda, “Korkunç ve affedilemez suçu işleyen canavar” hakkında bilgi verenlerin ödüllendirileceği açıklanıyormuş. Ancak Deniz yılmamış. Yine her fırsat bulduğunda evlere, bahçelere girip kafesleri kesmeye devam etmiş. O ülkeyi yönetenler çok kızmışlar bu işe, kentin bütün polisleri bu kafes canavarını yakalamak için yarışa girişmiş, günlerce pusu kurup beklemişler. Ama bu bir sonuç vermemiş. Bir defa polis, asker bütün ülke düşmüş bu kafes canavarının peşine. Yine günler, haftalar, aylar geçmiş ama yakalayamamışlar.



Deniz, bir akşam yine elinde testeresiyle büyükçe bir eve girmeye çalıştığı sırada pusu kuranlar tarafından yakalanmış. Ve bu haber ülkenin her yanında bomba gibi patlamış. Gazeteler Deniz’in boy boy fotoğraflarını basmış, televizyonlar çeşitli görüntüleri getirmiş ekranlarına, radyolar ise her haberinde duyurmuşlar. İlgililer ise bu “canavarın” yakalanışına müthiş sevinmişler. Günlerce süren şölenler düzenlenmiş, bayram gibi kutlamışlar bu başarılarını.



Ama bu sevince katılmayanlar da varmış: ülkenin altın saçlı, gökgözlü, güzel çocukları Deniz’in yakalanışını üzülerek karşılamışlar. Topluca göşteriler düzenleyip yönetimi protesto etmişler. Özgürlük istemişler. Deniz özgür olsun demişler.



Ancak çocukların bu çığlıklarını sağır yürekler duymamış. Mahkemeler kurulmuş, kurullar toplanmış, dünyanın dört bir yanından pedagoglar, psikologlar, bilim adamları çağrılmış. Herkes Deniz’in işlediği suçun nedenini araştırmaya koyulmuş.



İlk gece, polis merkezinde, üşüyüp ağlayan Deniz’in gözünü uyku tutmamış. Yaptıklarını ve kendisine yapılanları düşünmüş. Kendince suç kavramını sorgulamış ve “kim suçlu?” sorusuna yanıtlar aramış. Kafeslerini kırdığı ev sahiplerini düşünmüş, özgür kalınca kanatlarını sevinçle çırpan minik kuşları…



Sonra arkadaşlarını, öğretmenlerini, anasını ve babasını, ninesini düşünmüş. Yüreği sızlamış Deniz’in hepsini de özlediğini anlamış. Ertesi gün ziyaretçileri olmuş Deniz’in. Öğretmenleri ve okul arkadaşları gelmiş, renk renk çiçekler, çeşitli hediyeler verip onu teselli etmeye çalışmışlar. Ziyaret saati bitince de boynu bükük gitmişler. Ardından bütün ülkenin sarı saçlı, gökgözlü çocukları Deniz’e üzüntülerini belirten kartlar, mektuplar göndermişler. Ama kurulan mahkeme çok acımasızmış. Çocukların protestosunu da hiç önemsemiyormuş. Deniz’i diğer çocuklara da kötü örnek olmasın diye cezalandımak istiyormuş yargıçlar.



Deniz, uykusuz geçirdiği bir gecenin verdiği yorgunlukla hemen uykuya dalmış ve dalar dalmaz da başlamış rüyalar görmeye. Rüyada yaşlı bir ninecik oturmuş bir pınarın başına, Deniz’ e “körler ülkesi” masalını anlatıyormuş, ama bu bilge ninesi değilmiş. Rüyadaki ninenin anlattığı masal şöyleymiş;



“Evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde, dünyanın bir yerinde, bir baba ile oğul varmış, bunların fazlaca bir dertleri yokmuş; işleri, aşları onları kimseye muhtaç etmezmiş. Ama babanın bir sorunu varmış; oğlunun eğitimsizliği ve cehaleti. O devirlerde ne oğlunu gönderebileceği bir okul ne de ders verebilecek öğretmenler varmış. Okul ve öğretmenler yokmuş ama çocuk dünyayı tanımalı ve bilmeliymiş. Çünkü babanın inancı, “Alimler gözlüdür, Cahiller ise kör’’ biçimindeymiş. Sonuçta baba karar vermiş; oğlunun gözü açılmalı, dünyayı görüp tanımalıymış. Baba ile biricik oğlu bilinmeyen ülkelere doğru yola çıkmışlar. Az gitmişler uz gitmişler, sonunda bir de bakmışlar ki, körler ülkesi diye bir yere gelmişler. Olacak bu ya, tam körler ülkesine geldiklerinde, çocuk bir hastalığa yakalanmış. Eli ayağı tutmaz olmuş. Baba şaşkın, çocuk bitkin uçan kuştan medet ummuşlar. Tam o anda “korkma” diye yüreklendirmişler. Babanın etrafına toplananlar. Ve, “siz buranın körler ülkesi dendiğine bakmayın, buranın öyle becerikli bir hekimi var ki kime dokunsa hastalığından iz kalmaz” demişler. Böylece baba yatıştırılmış ve çocuk tezelden hekime kavuşturulmuş. Hekimbaşı usta parmakları ile hastasını tepeden tınağa bir güzel yoklamış. Hemencecik de illetin nedenini bulmuş; sorun çocuğun gözlerinde imiş. Burnun ile alnın birleştiği noktanın sağında ve solunda bulunan çukurlara gömülü, bıngıl bıngıl devinen oval iki cisimcik. Açılıp kapanan birer deri kapakla örtülü….



İşte hepimizin bildiği insan gözü, illetin nedeniymiş. Hekim böyle söylemiş, teşhisi böyle koymuş. Operasyon kısa sürede bitmiş, dışarıya çıkarmışlar çocuğu. Baba bir de ne görsün, çocuğun dünyayı görüp tanıyacağı gözlerinin ikisi de yerlerinden çıkarılmış. Çünkü körler ülkesinde herkeste göz düşmanlığı varmış. Körler bilginin, ışığın, aydınlanmanın en önemli aracı olan göze düşmanmış. Daha o çağlarda “aydınlık ile karanlığın, bilgi ile cehaletin” savaşı varmış. Ancak baba ve oğul geç anlamışlar bu gerçeği ve ağır ödemişler bedelini. Ve bu sonuç karşısında sanki dünya bir anda başlarına yıkılmış baba ile oğulun. Yaşam zindan olmuş, ama ne acı duyacak halleri kalmış, ne de acıya dayanacak güçleri. Acıyı acıyla bastırmışlar boynu bükük’’…



Deniz gördüğü düşün etkisiyle ter içinde uyanmış. Bir korku sıkıca sarılmış boğazına. Kendini o hekimin elinde imiş gibi hissetmiş. Sevdiği onca yüzü düşünmüş, ama hiç birisini anımsayamamış, sisler arasında yalnız kalmış. Bir yerlerden ince bir ezgi çarpmış kulaklarına, çoğalan, delirten bir ezgi…. Usuna babasının üzgün, perişan yüzü gelmiş, bir güvercin uçuvermiş yüreğinden, acıyla ürpermiş. Deniz’in ağzından “Baba” diye bir inilti çıkmış. Sonra gördüğünün korkulu bir düş olduğunu fark edince derin bir oh çekip rahatlamış.



Derken duruşma günü gelmiş binlerce çocuk yığılmış mahkemenin önüne, onlarca polis otosu eşliğinde Deniz mahkemeye getirilmiş. Yargıçlar sertçe bakmışlar Deniz’e. Savcı iddianamesini okumuş, yargıçların en yaşlısı korkutucu bir sesle “bütün bunları neden yaptın?” diye sorular yöneltmiş. Yargıçların bütün sorularına Deniz susarak yanıt vermiş. Yargıç öfkelenmiş dağlar kadar. Deniz’i azarlamış. “Sende hiç acıma duygusu yok mu, kalp yok mu?” demiş. Deniz ise “Ben kalbimi kuşlara verdim.” Diyerek ilk ve son yanıtını vermiş. Yargıçlar kendi aralarınada fisıldaşıp, konuşmuşlar. Sonuçta Deniz’in bir kuş gibi, demirden bir kafese konulup uzak ve ıssız bir ormana bırakılmasına karar verilmiş. Bu haber dünyadaki bütün kuşlara yıldırım hızıyla yayılmış. Bir çok kuş toplanıp, kanat çırpmışlar, dönmüşler gökyüzünde, sonra da hep birlikte saldırmışlar kafese, günlerce gagalamışlar ama nazlı gagaları parmaklıkları kırmaya yetmemiş. Kafesi parçalayamamışlar. Parçalayıp da Deniz’ i özgürlüğüne kavuşturamamışlar.



Günlerce düşünmüşler ve sonuçta hepsi gücünü birleştirerek. Deniz’i köyünün güzel ormanına götürmeye karar vermişler. Bütün kuşlar kanat açıp, kırk gün kırk gece, dağ demeden deniz demeden uçmuşlar. Deniz’in o güzelim köyünün ormanına ulaşmışlar. Yağmur yağdığında hepsi birden kanatlarını kafesin üstüne gerip korumuşlar. Güneş açtığında sevinmişler. Dünyanın her yerinde türlü türlü yiyecek ve çeşit çeşit kitap taşımışlar. Kuşlar her akşam kafesin etrafında toplanıp ötüşerek Deniz’i teselli etmişler. Cıvıltılarla uyutmuşlar, her sabah yeniden en güzel sesleriyle uyandırmışlar. Beraberce gülüp, oynayıp, şarkı söylemişler. Deniz onlara şiirler okumuş, bilge ninesinden öğrendiği masalları anlatmış, kuşlar Deniz’i anlarmış Deniz de kuşları……



İşte o gün bu gündür dünyanın bütün kuşları yavrularına kuşlara kalbini veren çocuğun masallarını anlatırlarmış. Ve onun içindir ki, dünyanın her yerinde kuşların yalnız bir sabah bir de akşam öttüğü söylenir……..

6 Aralık 2007 Perşembe

ALDATILMAK

korkuyla sıçrayarak uyanmak isteyeceğiniz bir garip rüyadır..
kabustur, aldatılmak..
tenine değdiğiniz , teninizi verdiğiniz, ruhunuzu ruhuna kattığınız sizi fırlatıp bir köşeye başa bir tene başka bir ruha gitmiştir..
kim bilir belki sevişmiştir, beraber yemek yemişlerdir, ona gülümsemiştir belki kıskanmıştır ve belki de onu uyurken izlemiştir..
geride kalırsınız..
yalnızca geride kalmak da değildir yaşadığınız, sizden “gidilmiş”tir..
terk edilişlerin en acısıdır, en yaralayıcısıdır..eksik hissedersiniz.her uzvunuz gidilenden eksiktir..
aldatıldığınızı değil, “veremediklerinizi” bir başkasında bulduğunu düşünecek kadar alçalırsınız..
gidene, gidilene sövmek, eksik hissetmenizi engellemeyecektir..
sizi tüketmiştir..içi boş bir çikolatalı süt kutususunuzdur artık.. kabınız vaktiyle lezzetli bir şey olduğunuzu hatırlatır ancak içiniz boştur..


"güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
bir gün yalan söyleyeceksen eğer
bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.."
can yücel

5 Aralık 2007 Çarşamba

İNSANLAR VE MASKELERİ

bu blog sayfasını hazırlarken adı konusunda epey bir düşünmüştüm aslında ;ama sonra sevgili sokrat ın bildiğim birşey varsa oda hiçbirşey bilmediğimdir. sözü geldi aklıma ve bu olmasına karar verdim.çünkü aslında çok iyi biliyorum yada çok iyi tanıyorum dediğim insanların aslında maskelerinin arkasını göremediğimi henüz yeni farketmiştim.Bugün birkez daha anlıyorum bunu meğer insan nasılda bile bile lades diyebiliyormuş olaylara sırf sevdiği için , meğer ne kadar da gözlerim kapalıymış , meğer birini sevdiğinizde ve değerli bulduğunuzda nasılda gözleri kör olabiliyormuş insanın ! ve en acısıda onun sizi bildiği yada tanıdığı diğer aptallarla bir tutarak oyunlar sergilemeye çalışması !meğer ne komikmiş :-))bak bu çok isabet oldu canım arkadaşım sen ve senin gibilerin ne olduğunu bana tekrar hatırlattın bunun için şükranlarımı sunuyorum sana önemli bir hayat dersi oldun sen benim için !ha birde sana bir abla öğüdü herkes kendin gibi değildir .bunu asla unutma ! vee onun içindirkiii GÜLE GÜLE SEVGİLİ DOSTUM HAYATIMDAN SONSUZA DEK ÇIKARIYORUM SENİ ! ACI AMA GERÇEK BU !

3 Aralık 2007 Pazartesi

Ayrılıklar ve bitişler

Ayrılık ve bitişler. Hangisi daha az acı verir acaba? Bana ayrılıklar daha acı veriyor. Çünkü benim dışımda gelişen bir olay gibi geliyor bana. Yani verilmiş bir kararı yaşıyormuşum gibi. Ayrılık benim duygularıma cevap vermiyor. Tek verdiği şey, sadece acı. Ayrılıklarda bir tercih yapmak zorunda kalıyor insan. Ben tercihleri sevmiyorum. Ben tercihi yaşayarak yapmak istiyorum. Kararı ben vermek istiyorum. İşte o zaman bunun adına bitiş diyorum. Bitişlerde yaşanmışlık var. Bazen tükenmiş bir ilişki, bazen doyuma ulaşmış bir ilişki, bazen bütün gizemlerin sonunu görmek, bazen sırların çözülmesi. Bazen heyecanların bitişi. Heyecanların bitişi de acı veriyor insana. Ama o heyecanların yerine başkalarını koymak için arayışa geçersek hayatı yakalayabiliriz. Yoksa hayatımız boyunca kaybettiklerimiz için ağlayıp dururuz. Hani derler ya: DÖKÜLEN SU TOPLANMAZ

Yani eğer kendini yenileyip yeni ufuklara yelken açmazsan boğulur gidersin. Arada sorunlar başladıysa ilişki zedeleniyor demektir. Çünkü artık o ilişki sana yetmiyor demektir. O kişiyi aşmışsın demektir. Artık yeni heyecanlar gereklidir. Sakın bunu uçarı bir ruh olarak algılamayın. Eğer ilişkilerde ilerleme birlikte olmuyorsa, yani ilişkiyi üretkenliğe çekemiyorsak bitebilir. Bitmeli de. Eğer bitirmezsek kısır döngü içinde kalırız. Bu ilişki bizi beslemekten ziyade ruhumuzu yer bitirir. O bitişi kabullenmek zorundayız, yoksa bunalım kapıdadır.

İşte bu kaybetme korkusu hayatımızı yönlendiren duygulardan biri. Bir şeye sahip olmak isteyen kişi her şeyini kaybetmeye hazır olmalıdır denir. Yani riske girmelidir. Mutlu olmak sadece isteklerimizin yerine gelmesi ile olmaz. Çoğu zaman bitişleri de kabullenmek zorundayız.

Gerçek bitişi yaşadığım zaman bana artık üzüntü vermiyor. Ama uzun süre onun mücadelesini veriyorum. Eğer bitti dediğim halde hala üzülüyorsam bitmemiş demektir. Bu ilişkinin adı bazen aşktır, bazen bir dostluktur, bazen bir evliliktir. Kişi kendi kafasında ve yüreğinde eğer bitişi yaşamıyorsa dışarıdan söylenenler pek etkili olmuyor.

Bunu bir yakınımın başına gelen olayda yaşadım. Evlilikleri kötü gidiyordu. Aslında adam koca olarak harikaydı. Koca değil iyi bir sevgili gibi davranıyordu. Yani bir kadının istediği gibi. Adamın tek kusuru vardı hiçbir şeyi doğru söyleyemiyordu. Aralarında sorunlar çıkıyor ve ayrılıyorlardı. Ama adam ayrılıkta hastalığını kullanarak duygu sömürüsü yapıp barışma yollarına düşüyordu. Zavallı kadın hemen telaşa kapılıp hastaneye gidiyor ve barışıyorlardı. Hatta bazen kadının kendi ailesi bile adamın tarafını tutup hasta olduğu için ona acıyorlardı. Oysaki kişinin hastalık numarası yaptığı çok belliydi ama duygusallık gerçeği görmesini engelliyordu. Bu ayrılıp barışmalar o kadar çoğaldı ki artık kadın da gerçeği görmeye başladı ama bir türlü kestirip atamıyordu. Beyninde bir türlü ilişkiyi bitiremiyordu. Adam da bunu fark ettiğinden sürekli duygu sömürüsü yapıyordu. Her bitişin bir geri dönüşümünü yaşıyorlardı. Ama bir gün geldi ki yine ayrıldılar ve haber geldi ki adam hastanede. Aman koş seni istiyor dediler. Ve kadın gitmedi. Ölecek ama dediler. Tanrı bilir Allah şifasını versin dedi. Kadın kafasında her şeyi bitirmişti. Adam bunu anladı ve hasta olmaktan vazgeçti. Kadın bir daha adamın adını bile ağzına almadı. Aradan yıllar geçti. Adam bir gün kalp krizinden öldü. Telaşa düştüm bunu kadına nasıl söylicem diye. Çok üzüleceğini tahmin ediyordum. Söylediğimde sadece; Allah Rahmet eylesin dedi. İşte gerçek bitiş bu. Yüreğinde hiçbir kırıntı sevgi kalmamış. Yani karşısındakinin kendisini üzmesine artık müsaade etmiyor.

Bazı kişiler sevgileri sonuna kadar kullanıp tüketiyorlar. Ve sadece kaybettikleri zaman telaşa düşüyorlar. Daha önceki aşk ile ilgili yazdığım bir yazıya yorum yapan bir genç bana mail atmıştı. Kendisinin izni olmadan burada adını açıklamam doğru olmaz. Yaşadığı bir aşkı anlatmış. Bir kızı çok sevmiş ama kız onun sevgisine bir türlü karşılık verememiş ya da anlayamamış.

Diyor ki; “Şimdi beni deliler gibi seviyor ama ben artık aynı hisleri ona karşı duyamıyorum. Çünkü sürekli mutsuz geçen yıllarımız aklıma geliyor. Neden insanlar kaybettikten sonra bazı şeyleri farkına varıyorlar. Bu bana acı veriyor”
Aslında artık o ilişkiyi aşmış, o ilişki artık ona yetmiyor ama kopuşu da yaşayamıyor. İşte bu durum can çekişen bir hayvanın haline benziyor. Biliyorsunuz böylesi bir acıyı çeken bir hayvanı insanlar sadece acı çekmesin diye vururlar. Ama biz o kadar acı çekmemize rağmen bitişe karar veremiyoruz. Sanki bitirirsek acı çekecekmişiz gibi. Oysaki çekilecek acı bugünkünden daha fazla olmayacaktır.

Ay nerden aklıma geldi bu bitişler bugün bilmiyorum. Hayatımda bitişler yaşamak istemiyorum ama eğer gerekiyorsa aslanlar gibi de yaşarım.

29 Kasım 2007 Perşembe

belkiiiiii

KELİMELERİN KİFAYETSİZ KALDIĞI ANLAR

bazı anlar ve durumlar vardır hani boğazınızdan kelimeler fırlamak için zıplaşıp dururlar ama sen susmak zorundasındır.gözünün önündedir ve sen onun hala haketmese bile bir diğeri için canının yandığını gözlerinden okuyorsundur.işin başka bir garip tarafı ise diğerininde gururuna ve büyük bir metropol insanı olmasına yenik düşmesidir .işte öyle anlarda susmak varya dünyanın en zor kararı ve davranışıdır ...

DOĞRU İNSAN

merhaba uzunca bir aradan ve çalkantılı bir ruh halinden sonra nihayet kendimi toparlama gücünü kendimde bulabildim ve yazmaya karar verdim.Hemde şu insanı hem dünyanın en mutlu hemde en bedbaht insanı yapan duygu hakkında ..

evet hepimizin hem dost hemde sevgili için belirli standartları ve bir arayışı var .hepimiz doğru insanı arıyoruz.kimilerimiz için doğru insan cebi dolu ,kariyer sahibi,yakışıklı vs.kimimiz için se bu guruba bende kendimi rahatlıkla dahil edebilirim ona sevgisini saklamadan ifade eden,samimi ,eğlenceli ,zeki ve romantik birisidir doğru insan! sanırım bu hayattan hep büyük şeyler bekliyoruz.bu yüzden yaşadığımız hertürlü ilişkideki insanı da bu beklentilerin içine hapsediyoruz.ve karşımızdaki insanda bu beklentilere yeteri kadar yanıt veremediğinde ise başlıyoruz şikayet etmeye oysa bu beklentilerden kendimizi sıyırabilsek nasılda mutlu olacağız ; karşımızdaki insanı olduğu gibi kabullenip onun farklı bir kültürle farklı bir şekilde yetiştirildiğini hayat görüşünün farklı olacağını bir kabullenebilsek ! ve biz bunlarla uğraşaduralım hayat akıp gidiyor avuçlarımızdan.bazen doğru insanı ,doğru dost ,u doğru arkadaşı ; bulmak için mucizeler beklememize gerek yoktur.sadece etrafınıza daha dikkatli bakmanız ve size elini uzatanlara elinizi uzatmanız kısacası herkese bir şans vermeniz yeterlidir...

16 Kasım 2007 Cuma

CANIM ARKADAŞIM VE BENİM ŞARKIMIZ BU (fethiyecim senin ve benim )

HERŞEY SEN DE GİZLİ

Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kâr sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;

Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,

Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..

İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak, bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...


Can Yücel |

PABLO NERUDA dan....

Yavaş yavaş ölürler,
Seyahat etmeyenler,
Yavaş yavaş ölürler okumayanlar,
Müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarında hoşgörmeyi barındırmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler,
İzzeti nefislerini yıkanlar,
Hiçbir zaman yardım
istemeyenler.
Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklara esir olanlar,
Her gün aynı yolları
yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve
değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile
girmeyen
veya bir yabancı ile konuşmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler
İhtiraslardan ve verdikleri heyecanlardan
kaçınanlar,
Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı
görmek istemekten kaçınanlar,
Yavaş yavaş ölürler.
Yavaş yavaş ölürler
Aşkta ve işte bedbaht olup istikamet
değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk
almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin
dışına çıkmamış olanlar.
Yavaş yavaş ölürler...*

15 Kasım 2007 Perşembe

Sonbahar Bazen de Yeşermek İçindir

Uçmayın güvercinler boşuna,

Ebemkuşağı yine belirme güneşin ötesinde

Hey martılar!size söylüyorum çığlık atmayın

Bir kuş gibi gökyüzünde süzülen tayyareler

Şiirler yazamam size

Ne olur çıkmayın gökyüzüne

Size bakmıyorum zira

Orada kıvırcık bir bulut var

Onadır gözlerimdeki sevda.

Her şey söylenebilir bir “öteki” için çünkü her şey ama her şey onun içinde gizlidir.”Öteki” başka bir şeydir.Başkadır önce değildir,eskisi yada eskileri gibi.Öteki başkadır.Bir kitabın sayfasıdır kesin,belki elli birinci sayfadır,elliye kadar yaşananları unutup ayrı bir başlığa başlanan,belki kırk dokuzdur elliye ulaşmaya çalışan ama beraberdir inan,ayrı değildir “öteki”’nden.Ayrılmazlar asla,bu yüzden ötekidir.Hem sorarım size 51’in nesi fazla,49’un neyi eksik?

Karanlıkta yol gösteren ve diğerlerinden daha çok parlayan kutup yıldızı ötekidir.

Ötekidir,eski bir istasyonda herkesin bindiği dala konmayıp akıma kapılan acemi bir güvercin.

Denizi olan bir şehir ötekidir,olmayanına nispet.

Ötekidir ak bir sayfa,parmak uçlarında çevrilmiş önceki bütün kara sayfalara müspet.

Aşk da böyledir,farklıdır sürüp giden bir acıya göre,aşk acıdan sonra başlar ama ayrı değildir acıda aşktan.Aşk başlar,acı biter.

Nevzat Çelik’e göre bir atlıkarıncadır,belki de bu yüzden.

“Acı ve Aşk birbirine söz vermiş iki atlı karıncadır,takip eder birbirini ama yakalamaz asla “ötekini”.”

Aşk ötekidir.

Adını bildiğim bir çiçek,ötekidir bilmediğine nispet.

Okulu asıp sessiz bir lojman boşluğuna sığınan mavi önlüklü çocuk ötekidir.

Bir tan vakti,bir de akşam üstü çıkan,ufuk kızıllığında yankılanan yani ne siyah ne beyaz,ne gündüz ne gece olan turuncu’dur öteki olan.

Ötekidir,şemsiyelerini yer ıslanmasın diye açan şairler.

Bilmem izlediniz mi 1900 adlı filmi.Okyanustaki bir gemide bulunmuş çocuğun hikayesidir.O çocuktur,daha sonra geminin balo salonunda piyano çalan bir büyük adam olacak.Doğduğu günden beri karaya ayak basmayarak,her şeyi o dev geminin içinde yaşayacak olan da o adamdır.Bir kere olsun okyanusu karadan izlemeyecek olanda o’dur.Dünyanın en iyi piyanisti de.

Bu dünyaca ünlü piyanisti sadece Avrupayı 20.yy’ın başında Amerikaya taşıyan gemiye binenler görebilir.Yani eski olan her şeyi bir yana bırakıp çok fazla bilmediği yeni bir yere yerleşmek için cesaret edebilenler.Yani risk alabilenler.

Belki de bu yüzden dünya dillerinde sadece Çince’de yan yana gelmiş iki kelimeyle anlatılır risk;imkan ve tehlike.

Belki de bu yüzden Akgün Akova’nın şiiri bunu en iyi tanımlar;

“gittiğim bütün hekimler aynı şeyi söylediler

söz birliği etmişçesine

‘aşk hastalığıdır bunun adı

ve çok sarsar insanı bu yaştan sonra’

oysa ne yalan söyliyeyim,

ben yalnızca bir kuyruklu yıldıza çarptığımı sanmıştım

yaşamın çıkmaz sokaklarında yürürken

yüreğim bir patlamayla aydınlanınca.”

Belki de değil,

kesinlikle bu yüzden bu kadar çok aşka benzer,kalbimin orta yerinde açan çiğdem

12 Kasım 2007 Pazartesi

Bireysellik ve Bencillik Farkı

Soru:Bireysellik ve bencillik arasındaki fark nedir?
Cevap: birey öncelikle kendinden sorumludur. bencileştiği zaman etrafına zarar verir. ben duygusu hepimizde az çok vardır kişi ne kadar bencilleşirse o kadar kendine ve çevresine zarara verir. birey olarak sorumluluklarımızı bilelim ve öylede davranalım

Cevap: Bireysellik kendi hayatını istediğin gibi şekillendirip yaşayabilme hakkı, bencillik kendi hayatını yaşarken başkalarına yaptığın haksızlıklar diye düşünüyorum.

Cevap: Bana göre bireysellik güzel, bencillik kötüdür. Birbirine yakın kavramlar gibi görünse de aslında birbirinden çok farklıdır. Arada önemli bir çizgi vardır, bu ayrımı yapan, yaşamına uygulayabilen kişi sayısı da bence azdır. Bencilik yapan insan sayısı daha fazladır. İnsanları teraziye koysak o taraf (bencillik) ağır gelir. Bireysellikte koltuk değneği aramayan, kendi ayakları üzerinde durabilen, kararlarını alıp yaşamına uygulayabilen, kendi hayatından ve sorumlu olduğu hayatlardan, bugünden ve gelecekten sorumluluk alan bir kişiden bahsedilir.

Cevap: bireysellik insanın kendi öz saygısı içindir, fakat; bencillik insanın kendi öz saygısızlığı içindir insanın kendisi hakkında yanlış düşünülmesine sebep olur

Cevap: Bireysellikte karşı tarafa zarar verme yoktur, kendi için en iyisini yaparken kimseye zarar vermez. Bencillikte karşı tarafa zarar verme ya da hakkını yeme vardır diye düşünüyorum.

Cevap: bireysellik toplum içindeki kimliğinizle yaptığınız toplumun bir parçası olarak gerçekleştirdiğiniz davranış ve olgulardır. bencillik ise sadece kendinizin içinizde derinliklerinizdeki sizin istek ve arzularının karşılandığı durumlardır.

Cevap: Bireysellik, diğer insanları da kendi gibi değerli ve önemli bularak kendini onlar arasında onlarla birlikte kendini kendine özel olarak ifade edebilmesidir. Bencillik; kendisinin dışındaki insanları önemsemeyen, değer vermeyen, her zaman her yerde varsa yoksa ben diyen insanları anlıyorum. Temel ayrım, bireysel toplumsallaşmış, sosyal olan kişiyi, bencil toplumsallaşmamış ben merkezli cahil bir kişiyi ifade eder.

Cevap: Bireysellik, başkalarına zarar vermeyecek kadar özgürlüğünün içinde dans ederek şevk ve azimle kendini gelişime adamaktır. Bu gelişim süreci başkalarına faydalı olabilecek düzeye geldikten sonra artık bencillikle bireysellik arasındaki çizgi belirmeye başlar eğer kendin dışındakilere de faydalı olabilecek donanım ve kapasiteye ulaşıp da hala kendinden başkalarını düşünmüyorsan o zaman bencilliğe doğru yol almışsındır demek.

Cevap: Bireysellik, kendinde varolanı mertçe ortaya koyma farklılığından utanmamaktır. Bencillik egoizmin kardeşidir.

Cevap: bireysellik kişiyi benzerlerinden ayıran özelliklerin bütünü, bencillik ise hep bana hep bana.

Cevap: Bence anlam olarak her ikisi de ´ben´ olma durumudur. Fakat taşıdıkları niyet dolayısıyla bu ´ben´olma durumu farklı anlam yüklüyor her ikisine. Bireysellikte kişi kendisi için iyi sonuçlara varmaya çalışırken başkalarına zararlı etkenlerde bulunacak veya onlara aldırmaz şekilde hareket etme düşüncesinde olmaz. Ancak bencillikte kişi sadece kendi durumuna aldırır ve bu durumun kimi nasıl etkilediği ile ilgili değil. Sonuç diğerleri için ne kadar zarar verici olursa olsun, bencil kişi ´bananeci´ yaklaşımlar içerisindedir daima.

Cevap: Bireysellik, kanımca insanın kendisine saygısıdır. Çünkü insan kendini mutlu etmezse başkalarını mutlu edemez. Ancak bencillik, insanın başkasının hakkına tecavüzüdür. İkisi aynı şeyler değildir.

Cevap: bireysellik, yaratıcı düşünme yani mühendislik bencilik, geri zekalılık yani ego tatmin etmektir.

Cevap: bence bencillik insanın sadece kendi düşünceleri ve kendi çıkarları doğrultusunda yaşamasıdır. yani sadece kendini düşünür. bireysellik çok farklıdır. kişi birey olduğunun farkındadır. sadece kendinin değil toplumunda çıkarlarını düşünür. toplumda tek başına ne kadar önemli olduğunu ve neler yapabileceğini bilir.

Cevap: Sanırım bireyselliği koruyabilmek, yaşatabilmek için harcanan çabanın adı bencillik.

Cevap: Bireysellik ile Bencillik ikiz hatta üçüz kardeştirler. Büyük kardeş Bireysellik ile küçük kardeş Bencil birde aralarında Kurnazlık kardeş olmak üzere üçüzdürler. Aralarındaki fark tek yumurta ikizleri olmamalarıdır. Aralarındaki sorun ise Poli (çok) yumurta ikizleri olmasından kaynaklanmaktadır. Bireysellik büyük kardeş ile Küçük kardeş BENCİL oldukça uyumludurlar. İyi anlaşırlar, aralarında sorun olmaz. Bazen Kurnaz kardeş araya girince bir bozukluk yaşadıkları da kolayca görünebilir. Bu durum yaşamın bütün alanlarında kolayca hissedilir. Hatta mizah olarak toplumun içinden akan renkleri ile görünür bile.

Cevap: Bireysellik, bireysel olarak iş yapabilme yetisini de içerir,bencillik daha çok egoist düşünmeyi, kendinden başka kimsenin fikrini önemsememeyi ifade eder.

Cevap: bireysellik ve bencillik aynısı bir fark yok.

Cevap: bireysellik kendin olmaktır. bencillik ise kendine yontmak

Cevap: Bireysellik kişinin, 'ben' olmuş halidir. Bencillik ise kişinin, sadece kendini önemsemesidir.

Cevap: Bireysellik, başkalarının kişisel alanını taciz etmeden kendi özgürlüğünü yaşayabilmektir. Bencillik ise kendi istediklerini gerçekleştirmek için, kendi çıkarları için başkalarının haklarını yok saymaktır.

Cevap: Bireysellik; kendi kendine ayakta durabilmek ve kişilik sahibi olmaktır. Bencillik ise kendinden başka kimseyi düşünmemektir...

Cevap: bireysellik:kişinin başkalarından ayrı kendi öz sınırlarını bilip bunları koruyup aynı şekilde başkalarının sınırlarına da saygı duymasıdır bence. örneğin aile için de yaşayan bireylerin birbirlerinin odalarına girerken kapıyı çalması gibi, bireysellik kendimizin veya karşımızdakinin bir insan olarak sınırlarına ve sorumluluklarına saygı duyarak onunla uyumlaşması belki bu yüzden bu uyumlaşmayı toplum tarafından özümseyemediğimizden bunca çatışmalar kavgalar. çünkü birey olamayan biz olmaz biz olman her konuda öncelikle bireysel sorumluluğu üstlenip bunun için çaba göstermektir bence. bencilik ise: bireyin yaşamının hemen hemen her kısmının da ayrıcalığın kendisin de olmasını istemesidir. bence bunun sebebi kendini ayrıcalıklı görmesi, kazanılmış statüler sayesin de geçmişinden kalan ezikliğin oluşturduğu boşluğu doldurma isteği vs. sebeplerdir bencilik bireyin sosyal çevre içerisin de sürekli sıkıntıya düşmesine sebep olacaktır aslında. bu bir bakış açısıdır ve bu bakış açısı eleştirel düşünceyle yerine ve zamanına göre kullanılması şekline dönüştürebilinir..

Cevap: bireysellik bireyin toplumsal değil de bireysel yaşamayı ön plana çıkarmasıdır. kişinin kendini yaşayabilmesi ve bildiği doğruları tek başına da savunabilmek var. bencilik kendinden başkasını düşünmeyen sade kendi hegemonyası etrafında dönmedir. çıkara dayalı bir yaşam biçimidir. çıkarları varsa "o" ona en doğru olanıdır.

Cevap: bireysellik nazımın dediği gibi orman gibi birlikte ağaç gibi tek bencillik ise bir ormanda tek başına fakat özgürce

Cevap: bireyselcilik sistemin ifadesi bencillik ise kişiliğin ifadesi, aradaki farkı bir kelimeye indirgeyemedim.

Cevap: Bireysellik cismin kendisi, bencillik ise o'nu yakalamaya çalışan gölgesidir. Bireysellik çeşit çeşit çiçeklerle dolu bir bahçe bencillik ise o'nun önündeki yüksek taş duvardır.

Cevap: birey olma olgusu. insanı diğer insanlardan ayıran, ona kendi öz kişiliğini veren şeydir, fakat bencillik ise sadece kendi menfaatleri doğrultusunda hareket etmektir

Cevap: Bireysellik;büyük küçük demeden herkesin bir birey olduğunu kabullenip,herkese hak ettiği değeri vermektir.Bencillik ise bireylerin sadece kendilerini önemseyip kendi çıkarları için tereddütsüz her yolu mubah zannetmeleridir.

Cevap: bireysellik kişinin kendi gerçeğini algılama sürecinde bu gerçeğe sahip çıkması ve kendine saygı duyması, bencillik ise b anlayıştan bir adım öteye geçemeden karşısındaki kişinin hak ve hukuku ne olursa olsun her türlü davayı kendine yontmasıdır. olması gereken toplumsal bütünlük için önce kendine saygı sonra herkesin yaşam hakkına saygı.

Cevap: Bireysel bencilliği de bir kesitinde kapsayan ama bazen sosyal olmada, sadece kendisi için değil sonuç odaklı ve bazen takımlar için köprü olmada, iş yapabilme adına izlenen yol olabilmekte iken bencillik kendisi için var olma algısının hakim olduğu ve asla toplum yada takım için bencil olunamayacağı kişilik biçimidir bence.

Cevap: bireysellik kendimiz için bir şeyler yapma; bencillik başkalarına ayrılması gereken zamanı çalarak kendini düşünme, başkalarının hakkını gasp ederek kendini düşünme ve hep kendi için bir şeyler yapma.

Cevap: bireysellik kişinin eylemlerinde tek başına hareket etmesi ve bundan hoşnut olmasıdır. bencillik ise toplum içerisinde bile kişinin sadece kendi menfaatleri doğrultusunda hareket etmesidir. yani sonuç olarak; bireysellik bir seçim iken; bencillik ise arkadaşlığı, dostluğu öldüren hoş olmayan bir davranıştır.

Cevap: bireysellik ve benzerlik arasında hiçbir benzerlik kuramıyorum. bireysellik, özgünlük, yaratıcılık vb kavramları çağrıştırıyor. bireysellik, bilimsel davranış ve düşünüş gerektirir. oysa bencilliğin öğrenilecek ya da öğrenilmesi zaruri bir durumu yoktur, insanı hiçbir şekilde geliştirmez. zihni önyargılarla kapatır.bireysel insan özgürdür, bireysellik insan ruhuna ve yapısına uygundur.

Cevap: bireysellik haklarını savunmak, bencillik ise karşısındaki insana kendinde olanı vermeme (maddi manevi ne olursa) hatta onda olanı alma çabasıdır.

Cevap: bireyselliğin bireyin topluma kattıklarının yanında bencilliğin toplumdan ve bireyden götürdüklerinden söz edilebilir.

Cevap: bireysel olmak sınırlarının farkında olmaktır, bağlaşık olmamaktır, özgüven sahibi bağımsız bir birey olmaktır ve aidiyetten de kopmadan bir birey olmaktır. bencillik ise her şeyde kendine pay çıkarmak, herkesten önce kendini düşünmek, insanların eşit olmadığını, kendisinin üstün bir varlık olduğunu düşünmektir. Bir psikolojik rahatsızlıktır bence bu.

Cevap: bireysellik!! birey olmak, ferdi bir şey olmalı, bencillikse apayrı bir konu, kıskançlık egoist olma duygusu, bence, bencillik bir içgüdü, kötü bir duygu, kötü huy, bireysellikse hiç yanından geçmeyen farklı anlam içeren kelime

Cevap: bireysellik; kendimizi toplumun içinde bir birey olarak görmek. ama bencillik sadece kendini görmek. şöyle desem doğru olur mu bilmiyorum ama (ben varım ve içinde yaşadığım toplumun bir parçasıyım ben olmasam da benim yerimi alacak bir birey olacaktır). Ya da (ben varım ben yoksam toplum diye bir şey olamaz bensiz toplum düşünülemez)

Cevap: İki tamamen zıt kavram. Bireysellik; kişinin kendi donanımı kapsamında olan. Bencillik ise; kişinin kendine dönmesi, ben merkezci olması.

Cevap: Bireysellik bireyin fiziksel zihinsel ve coşkusal olarak güç kazanmasıdır. Yani öz gücünün gelişmesidir. Bu nedenle bireysellik bencillik demek değildir. Bencillik ise yalnız kendini düşünen kendi çıkarlarını herkesinkinden üstün tutandır. Bireyselleşen kişi kendini sevebilir oysa bencil kişi kendini sevemez. Aynı zamanda başkalarını sevebilme yeteneğinden de yoksundur.

Cevap: bireylik bir insanın sorumluluklarının farkında olması ve gereği için caba sarf etmesi ancak bunu zorunluluk olarak değil insan olma bilinci ile yapmasıdır, bencillik ise yine insanın farkında olması ancak bunu ihtiyaçlarım olarak nitelemesi ve kendisi için zorunlu olduğunu düşünmesi ve düşündürtmesidir.

Cevap: bireyseller gerektiğinde haklarını korumak için benciller başkalarının haklarını gasp etmek için uğraşırlar

Cevap: ikisi kelime zıt anlamdadır bana göre. Bireysellik kendine yetebilen, ihtiyaçlarını gidermek için başkalarına bağımlı yaşamayan veya sömürmeyen, diğeri ise tam tersine kendi ihtiyaçlarının giderilmesi için başkalarını araç olarak görmek, soru bence yanlış sorulmuş, ikisinin arasındaki fark nedir? yanlış bence. çünkü ikisi zıt kavramlar. Ama bencillik her insanda var. Önemli olan bunun yaşamının ne kadarını kapsadığı sanırım. Çünkü bizim toplumuzda tamamıyla birey, yetişkin yetiştirmek mümkün görünmüyor. Kasıtlı bağımlılıklar dayatıyor, geleneklerimiz. Çünkü insanları yetiştirenlerin, toplumda kendini ifade etmediklerini görüyoruz. Toplumda kendini ifade etmeyen kişilerin de, sağlıklı bireyler yetiştireceğini düşünmüyorum.

Cevap: bence bireysellik kendine de haklar tanımak sadece başkaları için yaşamamaktır, bencillikle arasındaki sınırsa çok hassastır başkalarına haksız yere zarar vermeye başladığınız veya haklarına tecavüz ettiğiniz yerde bireysellik biter bencillik başlar

Cevap: Bencillik her ne olursa olsun kişinin istediği bir durum ise önceliği kendine vermesidir. Bu olayda hak etmiş veya etmemiş olması önemli değildir. Bireysellik o kişinin kendine özgü davranış şekilleri olması, başkasının hakkını gasp etmeye yetkisi olmamasıdır.

Cevap: bireysel olduğunuz durumda paylaşabilir, fakat bencillikte paylaşım olgusu asla yoktur.

Cevap: Bencil, toplumsal kurallar ve vicdanı aksini söylediği durumlarda dahi, bireyselliğini öne çıkarmaktan kendini alıkoyamayan kişidir. Bencilliğin dozu arttıkça vicdanın da sesi kesilir.

Cevap: Bencillik başkalarının da sizin gibi düşünmesini istemektir. Bireysellik alınan kararlarda kendi çıkarlarını ön planda tutmasıdır.

Cevap: Bireysel kişiler tek başınalıktan hoşlanan insanlardandır. Bencil insanlar ise önce kendini düşünen ve bireysellikten farklı olarak kendini ön plana çıkaran,önemseyen kişilerden değildir.

Cevap: bencillik kişinin sadece kendisini düşünmesidir. bireysellik ise tek başına da var olabilme becerisidir. bir nevi kendi kendine yetebilmektir.

Cevap: Bence, bireysellik, durum karşısında tek başına hareket edebilme kabiliyeti iken, bencillik, durum karşısında kendinden başkasını düşünmeden hareket edebilme davranışıdır.

Cevap: bencil, egosu için başkalarının hakkına tecavüz etmeyi hakkı zanneder, birey haklarına tecavüz edilmemesini sağlamaya çalışır.

Cevap: bence bireysellik kendin olmakla ilgili.kendi bilincine göre hareket edebilmek. “başkaları ne der”den kurtulmaktır. kendi kararlarımızı kendimiz alıp sorumluluk almaktır. bencillik üstünde okuyup çalışmadım ama insanın sahip olduğu değerleri (maddi manevi) kimseyle paylaşmamasıdır.

Cevap: bireysellik insanın başkasına bağlı kalmadan kendi kararlarını verebilmesidir. bencillik ise insanın kararlarını verirken sadece kendisini düşünmesidir....

Cevap: bireyselliği kendi yaşamımla şu şekilde açıklama yapabilirim. nişanlıyım 21 yaşındayım ve iki sene aradan sonra şunu gördüm isteklerim yok olmuş beklentilerim yok eskiden çok fazla arkadaşım olmasına rağmen şimdi çok çok az sayıda yeni yerler keşfetmeyi güzel sanatlara ilgimi kaybetmişim bunları tekrar istemem birey olduğumu tekrar hissetmek yani şahsi ihtiyaçlarımı geri alma düşüncesindeyim en doğal hakkım olduğunu da düşünüyorum. bencillik ise beni bu hale getiren kendi yaşam tarzını bana benimsetmeyi arzulayan kendi istediğinde dışarıya çıkmak o istediğinde bir şeyler yapmak bu bencilliktir işte. bireysellik eğer bu dünyada nefes alma şansımız varsa isteklerimizi yapma olanağı sunar bencillik ise kendi istediklerimizi karşı tarafa zorla yaptırmaktır.

Cevap: Bireysellik, kişinin kendini yaşam içerisinde ifade edebilmesi ve diğerlerinden farklılıklarının farkında olması demektir. Bencillikse, kendi bireyselliğini başkalarınınkinden üstün ve ayrıcalıklı görmesidir. Kişi kendi bireyselliğini yaşarken, başkalarının bireyselliğine de saygılı olmalıdır.

Cevap: bireysellikte kendi duygularını önemsersin. bencillikteki, farksa. duygularında başkalarına zarar verme noktasına gelmektir.

Cevap: bence bireysellik at gözlüklerini takıp, insanın etrafında olan olayları sadece kendi lehinde, objektif olmadan görmesidir. istediğim her şey benim olsun gerisi de beni ilgilendirmez. "Her koyun kendi bacağından asılır" mantığı bireyselliğin temelini oluşturuyor diye düşünüyorum. bencillik ise bireyselliğin bir üst basamağı gibi: artık bu noktada insan sadece kendini görüyor. başkalarının doğrularını görse bile kabullenmeyen insanlar görüyorum bazen, kimin ne düşündüğü önemli değil bencilliğin olduğu yerde, imkan ve şartlar, başkalarının ihtiyaçları önemsizdir. zaten başkalarının ihtiyaçlarını görmekten de yoksundurlar.

Cevap: Bana gerekli olan ile fazlası arası düşünce ve tercih hatta tasarruflar olsa gerek.

SEVGİLİ DOĞAN CÜCELOĞLU NUN BİR YAZISIDIR...

HAYATA DAİR ...

bu aralar bir melodram halidir aldı yürüdü beni ; yaşlanıyorum sanırım hayatı daha bir sorgular hale geldim.Ve bu sorgulamalarıma neden olan şeyler insanın doğasında bulunan ve ne yazıkki sevgili mantığımızın yenemediği ama aynı zamanda insan olduğumuzun göstergesi de olan duygularımız ! bendeniz ne yazıkki yıllardır mantığını ikinci planda tutan ve duygularıyla hareket eden biri olarak bunun acısını çok çektiğimdenmidir ? nedir ? daha bir kendim ve ruhum üzerinde ar-ge çalışmalarına giriştim.hadi hayırlısı bakalım ! gerçi her ne kadar öğrenmenin yaşı yoktur deselerde;otuzuna gelmiş bir kadın ne kadar bencilliği ve bunun gibi eksik olan yanlarını tamamlar orası soru işareti biraz !

11 Kasım 2007 Pazar

CANIM ATAM !!!

ŞİMDİ UZAKLARDA OLAN SEVGİLİ ATAMA MEKTUP ...İŞTE BİR 10 KASIM DAHA VE BİZ SENİ ÇOOK ÖZLEDİK


canım atam sen hani benim şu nacizane vücudum elbet toprak olacaktır ; ancak TÜRKİYE CUMHURİYETİ ilelebet payidar kalacaktır , cumhuriyeti biz kurduk sizler yaşatacaksınız ,ve bunlar gibi nice sözün ile bize anlatmaya çalıştığın ve yine biz yani türk gençliğine söylediğin hitabın da da sözünü ettiğin iç ve dış güçlerimiz var ya işte artık o derece içimizdeler ki inan nasıl karşı duracağımızı bilemez bir hale geldik ! işin kötüsü artık bize nasıl ne yapacağımızı söyleyecek sen de yoksun ve korkarım sevgili halkım da o güç ve ruh ta yok.belki benim gibi düşünen yüzde yirmilik bir grup türk var; bizim onlara karşı duruşumuz ne kadar sürer bilinmez ama bizler kanımızın son damlasına ; ve son nefesimize kadar başta çocuklarımız olmak üzere herkese seni ve ilkelerini anlatmaya devam edeceğiz ! seni ne kadar özlediğimizi kelimelerle ifade etmek inan çok güç ama benim gibi pek çok insan TÜRKİYE İŞ BANKASI nın senin aramızdan ayrılışının yıldönümüne denk düşen seni anmak adına yaptırdığı reklam filminde gözyaşlarını tutmakta güçlük çekiyor .seni bu şekilde anmak ve kalbimizde yaşadığını bilmemize rağmen seni gördüğümüzü ve bir yerlerden bizleri izlediğini bilmek bile inan çok güzel ...

9 Kasım 2007 Cuma

ELLERİNE VE YÜREĞİNE SAĞLIK SEVGİLİ CEM ADRİAN

Bu şehirde bir kadın var, adı bana özel
Elleri var küçücük, yüzüyse çiçeklerinden güzel
Kimse bilmez benden başka
Bir kalbi var kocaman ama bana özel
Bazen kızar dünyaya ama sadece kendini üzer

Göremezler
İzin vermese asla üzemezler
Çözemezler
O'nun bir düşü var ki asla bilemezler
O'nu neden sevemezler
Bilemezler, hiç sevemezler

Bazen bakar gökyüzüne O, bulutları izler
Kuş olup uçmak, kanat çırpmak
O bulutları geçmek ister
Yemyeşil çimenlerde sırılsıklam koşmak ister
Bu gri şehrin tüm yollarını rengarenk boyamak ister

Göremezler
Kalbimdeki elmasa erişemezler
Çözemezler
O'nun bir düşü var ki asla bilemezler
O'nu nasıl sevemezler
Bilemezler, hiç sevemezler

Şimdi O kanatlarını rüzgara açmış
Dur diyemezler
Yıldızların arasında o kadar parlakki
O'nu seçemezler

Başka sularda
O şimdi başka rüzgarlar arıyor
Başka yollara yürüyor
Başka

8 Kasım 2007 Perşembe

MERHABA :-(((

bu akşam öyle bir hüzün kaplıki içim elim yazmaya bile gitmiyor.canım çok yanmış bunu ancak kesik yaramın sancısı azaldığında yani şimdi farkedebiliyorum.oysa daha dün akşam hayatta kalma nutukları çekiyordum sevgili guno cuğuma ama görüyosun ya ogüncüm ablanın önce kendine sana öğütlediği şeyleri yapması gerek ! hani şu kesik varya onu açan beni bugüne kadar yaralayan kişiler nedense hep çok sevdiklerim olmuştur.bunu aşamadım ne yazıkki bir türlü !!! hani dün akşam dediğim gibi ben artık deli olmadığımı anladım.ben deli falan değilim ben düpedüz uzaylıyım.sanki bunca yıldır insan denilen şu yaratığı tanımamışım gibi hala inanıyor hala saf gibi davranıyorum.Ve ne yazıkki sonunda yaralanan yine hep ben oluyorum.bunu yapmayacağıma defalarca yeminde etsem kendime söz de versem nafile ... allah bana ne yazıkki kin konusunda bir balık hafızası vermiş ....keşke kendimizi değiştirecek ( ruhumuzu yani ) gücümüz olsaydı ... ve eğer mümkünse bana kara melek gibi bir ruh olsun lütfennn

23 Ekim 2007 Salı

CANIM ATAM KAÇ KİŞİ KALDIK BİLEMEM AMA ÖMRÜMÜN SON NEFESİNE KADAR İZİNDE OLACAĞIM RAHAT UYUYAMADIĞINI BİLİYORUM AMA YİNEDE SEN RAHAT UYU YÜCE ATAM !!

BELKİ AZICIK VİCDANINIZ SIZLAR !!! SON OLARAK HAKKARİDE VE BUGÜNE KADAR TÜM VERİĞİMİZ TERÖR ŞEHİTLERİNE SAYGIYLA

İNSANLAR HAKETTİKLERİ ŞEKİLDE YÖNETİLİRLER !!!

merhaba birkaç gündür yazdığım pembe yazılarımdan sonra sanırım bu biraz ağır bir yazı olacak ama eğer yazmazsamda kendimi duyarsız biri gibi hissedeceğim.Bu yüzden eğer sürç ü lisan edersem şimdiden affola diyerek başlayacağım söze ! evet yazımın başlığındaki gibi ne yazıkki biz hakettiğimiz şekilde yönetilmeyi şeçmiş bir halkız ; çünkü şu demokrasi adını verdiğimiz şey ( hoş ülkemizde bu ne kadar uygulanabiliyor orası şaibeli ama ) bize bu gerici zihniyetlerin yönetiminde bir arap ülkesi olma zulmünü tattırdı bize ! Şimdi size sormak isterim benim canım yurttaşlarım dünyanın neresinde tek partili bir meclis görülmüştür ? Anayasamızı bile delik deşik ederek bir kanunun değişikliği için bile kimseden onay almadan bildiğini yapma hakkını nasıl verirsiniz böyle bir yönetime ? Nasıl unutursunuz dökülen vede halen dökülmekte olan onca şehit kardeşlerimizin ,oğullarımızın ,dedelerimizin kanlarını ? Şimdi içinizden bazıları diyecektir tüm bu işlerin sorumlusu sadece bugünkü hükümet mi diye ? elbette hayır bu zaten zaman içerisinde ilerleyen saatli bir bomba vakti zamanında fitili başta amerikadan borç almayalımda milletimiz açmı kalsın diyen zihniyetlerin ateşlediği bir saatli bomba ve bizler bu bombayı infilak etmekten kurtarabilecek bizler amerikanın her dediğini yapan basiretsiz bir yönetim ile yola devam kararı aldık ! buda yetmezmiş gibi istedikleri şekilde her kararı alabilmeleri ni sağlayacak sahte bir referandum ile yerlerini iyice sağlamlaştırdık. Ne denilebilirki bize koskoca bir yuh tan başka ! yuh olsun bize elimizde yıllarca önce atamızın bize tüm bu olacakları sezerek söylediği gençliğe hitabesindeki tüm sözleri unuttuk ! yuh olsun bize onca emek verilip kan dökülerek alınan her karış vatan toprağını satmak için türlü dalavereler çevirenlere destek çıktık , yuh olsun bize ama bu son yuh bana daha bir ağır geliyor evet yuh olsun biz türk kadınlarına canım atamın bize sunduğu tüm haklarımızdan vazgeçip tekrar haremlik selamlık zihniyetine sahip çıkanlara , bir erkeğe dört kadın sunan kadınları bir malmış gibi gören gerici zihniyetlere , tüm modern türk kadını imajını silerek bizi iranda yaşayan kara çarşaflı öcülere benzetmeye çalışan şu yönetime destek verdik ya harbiden yuh olsun bize !eee işte başlık cuk oturdu değilmi ? evet tüm bunları biz yaptık diyetinide birlikte ödeyeceğiz ! AMA NE KADAR YANILDIĞIMIZIDA ÇOK ACI ÖĞRENECEĞİZ!!!

18 Ekim 2007 Perşembe

MERHABAAAAA

eveeeettt hazır bu aralar aşk meşk muhabbetlerine dalmışken alın size bir can alıcı nokta dahaa ( biliyorum içinizden benim gibi evli olanlar biraz bozulacak bana ama ne yazıkki gerçekler acıdır ) evlilik aşkı öldürüyor mu ?
hadi buyrun bakalım bu soruyu bana ve benim gibi hemen hemen 10 . yıla girecek kime sorarsanız sorun yanıtları şüphesiz ki evet olacaktır.Şimdi çiçeği burnunda aşıkların hiçte bile dediklerini duyar gibi oluyorum evet ne yazıkki üzgünüm ama durum bu dostlar dedim ya acı ama gerçek ! ama burada bir kendi içine saklanmış yanıt var aslında evlilikte aşkı öldüren şey evliliğin kendisi değil zamanın ta kendisi !zamanla aşık oldugun insana o kadar alışıyorsun ki artık tutku kalmıyor ve eskiden duyduğun o tatlı heycan silinip gidiyor.ancak işin sırrı da şu bana göre harç bitti yapı paydos diyip kaçmak yok öyle ! düşünün onun yerine başka biriylede evlenseniz durum bundan pek farklı olmayacaktı. Aslında olayın gelişim süreci şu şekilde başlıyor.Evlılık önce aşkı sonra kadını ve dolayısıylada erkegı bıtırıyor.çünkü mutsuz bır kadın=mutsuz erkek demektır.tabı herzaman degıl bazen erkek kadının mutsuz oldugundan bıle haberdar olmayabılıyor ya da olsa bıle bunu çözmek için yeterınce çaba sarfedemıyor ! yada durum tam terside olabiliyor.Ancak aşk zaten geçici bırşeydır ömur boyu surseydı ınsan bedenı bunu kaldıramazdı .Ama yinede güzel şu meret şey insan aramıyor da değil hani onun için yaptıgın çılgınlıkları ya da onun senın için yaptıgı çılgınlıkları , sürprizleri , kalbinin yerinden çıkacakmışcasına atışını ! acı ama işte hayat böyle malesef fakat yinede umutsuz olmamak gerek heyecanını yitirmiş bile olsa birini kendinden önce tutup onu sevmek güzel işte evlilikten sonra olan şeyde bu anne olanlar çok iyi bilir :-)) çocuğunuz kadar önemlidir sizin için eşiniz nasılsa çocuğunuzdan vazgeçmeniz mümkün değilse ondanda vazgeçmeniz mümkün değildir ! ve bir sır vereyim size inanın bu aşktan bile daha değerli birşey !!!

17 Ekim 2007 Çarşamba

İŞTE AŞKA DAİR İNCİLER !!!!

Aşk Nedir?
Aristo: "Sevmek aci çekmektir, sevmemek ölmek. Sevmek zevktir ama yanliz sevilmenin hiçbir zevki yoktur"
Augustinus: "Sevgi ruhun güzelligidir."
Franz Xaver Von Baader: "Özgürlük ask degildir, yalniz askin kapisidir."
François Bacon: "Büyük insanlarda, liyakat sahibi olanlarin kendilerini budalaca aska kaptirdiklari görülmez. Büyük ruhlar ve büyük isler askla uzlasmaz"
Bailey: "Ask dünyanin en tatli mutlulugu ile en derin acisindan yaratilmistir"
Balzac: "Ask yasaminda kadin, ancak hünerli bir çalgicinin elinde dile gelen bir lir gibidir. Kadinlar bizleri sevdikleri zaman her suçumuzu bagislarlar"
Basta: "Erkek az fakat sik sever, kadin ise çok ancak bir kez sever"
Jeremy Bentham: "Ask hazzi, dostlukla duyu hazlarindan yogrulmustur"
Bulor: "Ask cennetin dilinden bize kalan tek andir"
Antoine Bret: "Askin ilk solugu mantigin son solugudur"
Jacob Boehme: "Istek, hareket/genisleme, yön veren tezlere bilgelik eklendiginde ask olur"
La Cordaire: "Ask her seyin baslangici, ortasi ve sonudur"
Dante: "Genis varlik denizinin her yaninda genis bir ask akisi vardir. Fiziksel devinim, bitkisel yasam, zihinsel yasam... hep evrensel askin derece derece yükselen asamalarini olusturur. Asagi derecelerinde yanilmayan ask, akilla aydinlandigi zaman iyilik ve kötülüge egilim kazanir. Ask kusursuz olmayan iyiliklerin üzerinde de vardir. Hatta irade, hile ve siddet kullanmak yoluyla bir baskasinin kötülügüne çalismis olsa bile yine aska uyar. Kötülükler asktan uzaklasma oraninda bir takim derecelere sahiptir ve kötülük aska yaklasmak için sarf ettigi üç oraninda erdeme yaklasmis olur... Cehennem bile adalet kadar askin eseridir."
Eugene Delacroix: "Aski anlatabilmek için yeryüzünde var olan dillerden baska bir dil ister"
Descartes: "Bir sey kendimiz için iyi, yani uygun gibi sunulmussa ona karsi ask duyariz."
Duclos: "Ask bikilmayandir. Her seyden bikilabilir ama asktan ... hayir"
Epiktet: "Hareket etmenin nedeni 'istek' ve 'sevmektir', bu ise düsünmektir. Ask tutkudur. Iyi ya da kötünün ne oldugunu fark edemeyen insan nasil sevebilir"
Epikür: "Bilge olan evlenmez. Evlense bile askin vehimlerine kapilmaz... Bir uygarligin yetkinligi ve insanligi ancak kardeslik ve sevgiyle olasidir."
Douglas Ferrola: "Ask kizamiga benzer, insan ne kadar geç yakalanirsa o kadar agir geçer"
Faulkner: "Aski kitaplara soktuklari iyi oldu, yoksa belki de baska yerde yasayamayacakti."
Fenelon: "Sevmeden yasamak yasamak degildir. Az sevmek ise sürüklenmektir."
Feuerbach: "Varlik sezginin, duyunun ve askin bir sirridir. Bu kisi, bu sey yani bireysel, yalniz duyumda, yalniz askta, mutlak bir degere sahiptir. Sonlu ve sonsuz orada bulunur. Askin sonsuz derinligi ve askin gerçegi, bununla yalniz bununla kaimdir" "... En derin ve en yüce gerçekler duyumlarda saklidir. Böylece genel olarak basimiz disinda bulunan bir nesne varolusun gerçek ve ontolojik belgesi asktir, varolusun asktan ve duyumdan baska belgesi yoktur."
Costance Foster: "Sevgi bizi zamanin yikimindan koruyan yikilmaz bir kaledir"
François M. C. Fourier:
1) Geçici ya da keyif verici asklar ki, bu oyuncular, kahpeler, arsizlik asklari gibi sekillere ayrilir.
2) Az çok bir süresi fakat kisir asklar ki, bunlar gözde asklardir.
3) Yalniz bir çocuk dogurtan geçici asklar ki, bunlar dölleyen asklardir.
4) Karilar ve kocalar askidir ki, bu iki tarafin istegi ile yillarca sürer ve bir çok çocuk dogurturur. Fakat bunlar birbirleriyle yasayip yasamamakta serbesttir."
"Her erkek bütün kadinlara ve bir kadin bütün erkeklere sahiptir."
Freud: "Yasam belirtisinin kökeninde duygulanma; duygulanmanin da temeli asktir"
Geraldy: "Erkegin yaradilisinda sevmek yoktu. Ona aski ögreten kadindir"
Geothe: "Sevilenin kusurlarini hos görmeyen sevmiyor demektir"
Efes'li Heraklitos: "Duyu organlari akilsiz ruhlara hizmet ettikleri zaman kötü taniklardir. Esek samani altina tercih eder; köpek tanimadiklarina havlar. Domuz için çamur saf sudan daha degerlidir. Deniz suyu ister temiz ister kirli olsun, baliklar için kurtarici insanlar için ugursuzdur."
Victor Hugo: "Ask bir deniz, kadin onun kiyisidir."
Paul Henri D. Holbach: "Insanlara kendi akillarina saygi duymalari ve cesur olmalari telkin edilmeli ve kendileri için arkasindan kosmasi gereken hayallere gereksinimleri varsa, dogruluk, iyilik ve baris sevgisini benimsemeleri ögretilmelidir"
Holty: "Ask kulübeyi altindan bir saraya benzetir."
Albert Hubbart: "Ask yasamdir deriz, ancak umutsuz inançsiz ask ölümden beterdir."
Konfüçyus: "Dinsel erdem, insanligi sevmekle olanaklidir. Bu sevgi hissi, aileden toplumdan hükümete dek karsilikli olarak uzamalidir"
François La Rocheffoucauld: "Tüm duygularimiz ve tutkularimiz rastlanti ve çikarin eseridir ve bizim erdem, ask, karsilik beklemezlik dedigimiz seyler de hosgörülerden baska bir sey degildir. Adalet aski nedir? Adaletsizlik istirabindan korkmaktir. Ask sahip olduklarimizin bizden alinmasi korkusudur. Ask duyularin bir hummasidir."
Mevlana: "Bir aski baska ask söndürebilir. Askta ne yükseklik, ne alçaklik, ne de akillilik ve akilsizlik vardir. Hafizlik, seyhlik, müritlik yoktur. Sadece kepazelik, asagilik ve rintlik vardir. Insanin topragini ask sebnemi ile yogurduklari için alemde yüzlerce fitne ve kargasalik peyda olur. Askin yüzlerce nesteri, ruhun damarlarina sokuldu ve oradan gönül adi verilen bir damla aldi... Ask öyle engin bir denizdir ki, ne kenari vardir, ne de ucu bucagi."
Moliere: "Kadinlarin büyük tutkusu aski ilham etmektir. Insani askin güzellikleri yasatir."
Montaigne: "Ask utanma ve çekinmenin oldugu yerde vardir."
Mu-Ti: "Kim baskasini severse kendisi de sevilecektir. Baskalarini kazandirmis olan kendisi de kazanmis olacaktir. Tüm insanlar kendileri arasinda karsilikli bir sevgi hissederlerse, güçlüler zayiflari avlayamazlar, sayilari çok olanlar daha az sayidakileri, baskilari altina alamazlar. Zenginler yoksullari asla baskilari altina alamazlar, usta olanlar da beceriksizlerle alay edemezler. Sevgide tarafsizlik, kisisel sevgide yanilmayi önler; tarafsiz sevgi kisisel sevginin de güvencesidir."
Newton: "Ask köprü kurmaktir. Insanlar köprü kuracaklarina duvar ördükleri için yanliz kalirlar."
Robert Owen: "Insana karsi sonsuz bir sevgi ve sefkat duyabilmek için dinsel inançlardan kurtulmak gerekir."
Pascal: "Ask iradenin eregidir. Her çesit dissal emir ve baskilardan çok usa uymak gerekir. Iradenin eregi olan bu asktan baslayip tutkuda sona eren bir yasam mutludur. Bunlardan birini seçmem gerekse 'ask'i yeg tutarim. Biz ask karakteri ile dogariz. Ask ruhumuz yetkinlestikçe gelisir ve bizi güzel görünen seye sürükler. Bundan sonra artik bizim bu alemde sevmekten baska bir sey için var oldugumuzdan kim kuskulanir? ... Askin konusu güzelliktir ve insan evrenin en güzel nesnesi oldugu için disarida aradigi bu güzelligin örnegini kendi içinde bulmasi gerekir. Bu itibarla insan ancak kendisine benzeyeni ve olabildigi kadar kendisine yaklasani sever. Sevmeye baslayinca eskisinden bambaska bir insan oldugumuzu anlariz. Asktan söz ede ede insan asik olur."
J. J. Rousseau: "Ask mutlulugunu evlendirdikten sonra da sürdürebilseydik, dünya cennet olurdu. Duygulu gönüller sevginin her türlüsü için duygulu degil mi?"
Shakespeare: "Degisiklikle karsilasinca degisen ask, ask degildir... Ask gözle degil ruhla görülür."
Madame De Scudery: "Insan sevmeye basladi mi, yasamaya da baslar."
Schiller: "Ey ask, güzel ve kisasin... Ask insani birlige, bencillik yalnizliga götürür."
Seneca: "Yalniz akilli bir insan sevmesini bilir. Sevip de yitirmek, sevmemis olmaktan daha iyidir."
Stendal: "Ask, cosku ve tutku olduktan sonra insan hiç sarsilmaz, bunlar olmayinca yasam neye yarar"
Cenap Sehabettin: "Kadin olsun, kitap olsun cildine aldanmayip içindekilere bakilmalidir."
Mark Twain: "Hiç kimse uzun süre evli kalmadikça gerçek askin ne oldugunu anlayamaz."
Voltaire: "Ask bir tablodur, onu doga çizmis ve hayal süslemistir. Tanri kadinlari erkekleri evcillestirmek için yaratti."
Oscar Wilde: "Erkekler kadinlarin ilk aski, kadinlar da erkekler>

SELAM

bu günlerde sonbaharın bir hazan mevsimi olduğundanmıdır ? bilmem içimi bir hüzün kaplamış durumda ( ha tabii bu arada seyrettiğim topu topu iki dizideki hikaye kahramanlarının bir türlü kavuşamaması ve gerçek hayatımdaki değer verdiğim insanların aşk yüzünden çektikleri de buna etken olabilir ) bu konuda yüzyıllardır pek çok düşünür ve filozof kafa patlatıp bir dünya açıklamalar ve tarifler yazmış olduğundan burada aman aman oturupta size bunlardan aşk üzerine derlemeler yapmayacağım.ama bildiğim birşey varsa oda aşkın hiç kolay olmadığı!!! o yüzden eğer gerçek aşka sahipseniz ona sıkı sıkı tutunun ve kırılıp incinmesine izin vermeyin zira o kadar naifki heran elinizden düşerek kırılıp binlerce parçaya ayrılabilir.....

13 Ekim 2007 Cumartesi

selam dostlar aşağıdaki yazı bir dostum tarafından gönderildi bana ve son günlerde takıldığım şu gerçek dostluk konusuna iyi bir cevap ;

Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?
Hiç vaktiniz yok, "Fast live", "Fast food", "Fast music", "Fast love"...
Dikte ettirilen "yükselen değerler", "in" ler, "out" lar...
Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi.
Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar, Size sesleniyorum!
Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini?
Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?
İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza?
Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız?
Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir?
Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman?
Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını?
Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında?
Koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam skalanızda?
Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?
Müşfik KENTER

11 Ekim 2007 Perşembe

dostlar ve dost bildiklerimize sevgilerimle !!!

İnsanlık alemi, içinde bulunduğu yüzyıl içerisinde, belki de her zamankinden çok daha fazla üç şeye şiddetle ihtiyaç duymaktadır. Dostluk, barış ve kardeşlik.

Düşünelim bir defa. Dünyanın her köşesinde kayıtsızca kan dökülmektedir. Dünyanın her köşesinden barut kokusu yayılmaktadır. Televizyon ekranları, insanların hemcinslerini yok etme konusundaki gayretlerini, bir spor karşılaşması niteliği ile seyircilerine aktarmaktadırlar... Nedir bu kabus?! Nedir bu vahşet?!

Şurası gün gibi aşikardır ki insanlık; dostluk, barış ve kardeşlik gibi kavramları temel prensip haline getirmedikçe, bu karanlık gecenin sabahı olmayacaktır.

Dostluk öyle bir silahtır ki, en güçlü düşmanlar bile onun karşısında boyun eğmek durumunda kalmışlardır. Güzel bir özdeyiş, bu gerçeği ne güzel vurguluyor: "Bir düşmandan kurtulmanın en iyi çaresi, onu kendine dost etmektir." Gerçekten de öyledir. Yeter ki, dostluk yolu üzerinde ot bitmesine müsaade edilmesin.

Dostluk deyince, hemen belirtelim ki, gerçek dostluk bizim tarifimizin içine girmektedir. Yoksa iki yüzlü dostlar, belki de en kötü düşmandan da daha kötüdür. Büyük düşünür Sokrates, bir gün bir ev inşa eder. Etrafında toplanan dostları, evin oldukça küçük olduğunu belirtirler. Büyük filozofun verdiği cevap gerçekten çok ilginç: "Ah, keşke bu evin alabileceği kadar gerçek dostum olsa!"

Dostluğun doğal bir sonucu ise barıştır. İnsanların birbirlerine sevgiyle bakması birbirine güvenmesi demektir. Toplum huzurunun, daha geniş bir ifade ile dünya huzurunun vazgeçilmez reçetesidir. Ulu önder Büyük Atatürk, bunu tek cümle ile ne güzel ifade etmiştir: "Yurtta barış, dünyada barış" karanlık dünyamızın bu ilkeye ve bu ilkenin aydınlatıcı ışığına ne kadar muhtaç olduğunu hepimiz görmekteyiz.

İnsanlık aleminin geleceğini teminat altına alacak sigorta niteliğindeki önlemlerden biri de kardeşliktir. Bu duygunun hakim olduğu bir toplumda ne bir kargaşa, ne de herhangi bir uyumsuzluk beliremez. Sevgi ve saygı esasına dayanan yaklaşımlar, kardeşlik anlayışını perçinleyen öğelerdir.

Çağımız insanı, teknolojinin kendisine sunduğu imkanlar sayesinde mutlu bir hayat yaşayabilir. Ancak unutmayalım ki, insanlığın yıkımı, yine insanoğlunun içinde bulunan kin, düşmanlık ve ihtiras gibi duygular yüzünden olacaktır.Ancak ne yazıkki bazen bu bahse konu duyguları besleyenler çok yakınımızda bulunan ve hiç tahmin etmediğimiz insanlar olabilir.Üstelikte siz onlara tamamen dürüstsünüzdür ;işte asıl acı olan da budur sanırım.Belkide insanoğlu bu kadar açık olmaya ve dürüstlüğe alışık değil siz ne kadar net anlatmaya çalışırsanız çalışın sizin anlattıklarınız onların düşünceleriyle birleşip şekillendiğinde bambaşka bir anlama dönüşüyor.neyseee bayram akşamı bu kadar umutsuzluk yeter !unutmamak gerekir ki Yaşadığımız yüzyılda dünyamızın huzuru ancak dostluk, barış ve kardeşlikle sağlanabilir. Tüm insanlık hep dost kalsın, kardeş olsun, barış içinde yaşasın...
HERKESE MUTLU BAYRAMLAR DOSTLAR ................

13 Eylül 2007 Perşembe

ENGELLERE RAĞMEN IŞIĞA YÜRÜYENLERE, IŞIĞA ULAŞMAK İÇİN
ÇABALAYANLARA, IŞIK SAÇANLARA SEVGİLERİMLE

ENGELLERİ KALDIRMALARINA DESTEK OLALIM







selam

merhaba sevgili dostlarım uzun zamandır hepimiz gibi bende öyle kendi dertlerime gömülmüş durumdayım ki benim bireysel olarak paylaşmam gereken gerek özel yaşamımda gerekse dündayada ve türkiyedeki sosyal sorumluluklarım olduğunu unutmuş gibiydim.hani o düşündüğüm ama paylaşmadığım cümlelerimi yazmak ve sizlerle paylaşmak için oluşturmuştum bu bloğu ama bazen hayat öylesine içine alıveriyor ve gözlerini öyle bir perde ile kapatıveriyor ki onu açıp olanları görmek bira zaman alıyor.işte benimde böyle olduğum günlerdi;benim minik oğluşum okula başlıyordu.Aman tanrım zaman ne kadar da çobuk geçiyor sanki daha dün gibi hemşirelerin onu kucağıma mini mini bir bebiş olarak verdikleri an ! herneyse işte tam ben bu psikolojiyle ve çalışan bir anne olarak oğluşumun bu önemli günlerinde yeterince yanında olamayacağımın ezikliğini yaşarken size az sonra kesitlerini atmaya çalışacağım özel insanlarla tanıştım ! tanıştım diyorum gerçi onların sadece o anlık dondurulmuş silüetleri ve hikayeleri ile tanıştım.Ama inanın bana enaz sizin benim kadar canlıydılar ve bizden çok daha cesurdular.sadece tek şey söyleyeceğim hani şu bitip tükenmeyen isteklerimiz ve hırslarımız var ya işte onlardan bir an için kurtulmak ve özümüzde hepimizin insan olduğunu ve bazı durumlarda nasılda elimizin kolumuzun bağlanıp boğazımızın düğümlendiğini hatırlamak istiyorsanız mutlaka gidip tanışın onlarla !! ben ayrıca hepinizin adına onları bizimle tanıştıran ve son yıllarda gördüğüm en muhteşem sosyal projeye imzasını atan sayın SERDAR BİLGİLİ ye bir teşekkürü borç biliyorum.Ve yüce tanrımdan ramazan ı serif ayının bu ilk , güzel ve mübarek akşamında diliyorumki bu muhteşem insanlarda olduğu gibi içimize yaşama sevinci ve umudunu koysun !!!

9 Ağustos 2007 Perşembe

nefiss

ADI ÇİRKEF AMAAA


merhaba yaklaşık iki gündür yazamıyordum.ama nihayet elim klavyeme vardı ve işte buradayıımmm :-P bugün üzerine yazma ihtiyacı duyduğum ( hatta biraz daha ileri gidip bunu kendime neredeyse bir borç bildim )konu ise rock müziğimizin sevgili yeni yetme rocçuları !!!dün akşam ben ve yakın birkaç arkadaşım izmir ozee de emre aydın ve gripin konserindeydik.hoş ilk başlarda ne işim var benim burada bunlar onsekiz yaş grubu bile değil diye hayıflandık ama sonradan düşünüyorumda eğer gitmeseydim son yıllarda dinlemekten gerçekten keyif aldığım müthiş bir grup ile tanışamayacaktım.yaşlarına baktığında insanın yahu bunlar bizim yakınlardaki lisede falanmı okuyorlar acaba diyecek kadar küçük çocukların sahnede nasılda devleştiklerini gördüm. ve gerçekten dinlemekten büyük keyif aldım.ama ne yazıkki eskilerin tabiri ile gecenin assolisti sayılan sanatçılarımız için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.rock müziğin tarihine bakıldığında rock müzik 1800 lü yıllarda kökeni blues ile atılmış bir isyanın müzikli halidir en azından bana göre yani her elektro gitarın tıngırdayışında kafa sallamak değildir.( bu sözüm hem sahnedeki hemde onları izlemeye gelen sözde rockçulara !!!)işte bu yüzden keşke tüm gece çalsalardı diye tadına doyamadığım bir kulak ziyafeti yaşattı bana bu küçük adamlar :-)) iyiki varsınız !!!
not: bilmek isteyenlere bizim küçük adamlar sürekli program yapıyorlarmız ozee de kesinlikle tavsiye olunur

4 Ağustos 2007 Cumartesi

UNUTMAK

Unutma üzerine edebiyatlar, unutma üzerine savaşlar, unutma üzerine intikamlar, hayatlar kurulmuş. Kimi zaman unutulmaktan, unutmaktan yakınmışız, kimi zaman unutamamaktan. Kimi zaman unuttuk diye suçlanmışız, kimi zaman unutamadık diye. Kimi zaman "unutacağım" diye haykırmışız, kimi zaman "unutmayacağız, unutturmayacağız" diye. Bazen unutmuş olmak zavallılık olmuş, aşağılanmış, bazen de unutamamış olmak. Doktorlara gitmişiz kimi kez "her şeyi unutuyorum" yakınmalarıyla, yine doktorlara gitmişiz "unutamıyorum" yakınmalarıyla ve her defasında hasta saymışız kendimizi. Oysa hafıza son derece fizyolojik bir işlemdir: Beynimizin bir fonksiyonu. Ne kalbimize uzanır yolu, ne de siyasi düşüncemize, kişiliğimize. Yakınıyla, uzağıyla hafıza bir beyin fonksiyonudur işte. Beyni etkileyen önemli hastalıklarda istemesek de, dirensek de kaybolabilen; sıkıldığımızda, üzüldüğümüzde tüm karşı koymamıza, direnmemize karşın işleyen bir fonksiyon. Hafıza yakın ve uzak geçmişi doğru olarak anımsayabilme yeteneğidir. Bazı hastalıklarda aşırı artma görülebilir. Bir düşünün hiçbir şeyi unutamamak, her şeyi hemen anımsamak hoş olmasa gerekir. Bazı hastalıklarda ise tamamen yitirebiliriz: Yani hiçbir şey anımsamama. Hatta kim olduğunuzu bile. Hafıza yitimi bazen geriye doğru olur ve geçmişi unutursunuz. Sanki ardınızdaki kapıyı kapatıverirsiniz. Ama hep kapının ardında ne olduğunu merak ederek. Bazen ileri doğrudur hafıza kaybı, yani eskileri anımsarsınız ama yeni öğrendiğiniz her şey hemen uçar gider belleğinizden. Kimi zaman hastalar hafızalarındaki boşlukları doldurmak için uydururlar ve uydurduklarına inanırlar. Kimi zaman hastalık hafızanızda belli yerlerde boşluklar yaratır sadece. Ve yaşlanmanın, demansın belirtilerinden biridir unutma. Geçmiş parlarken, bugün anımsanamaz bir türlü. Depresyonda olduğu gibi, dikkat eksikliğinde olduğu gibi öğrenilenler çabucak unutulabilir. Bunların tümü hastalık göstergesidir. Bazı durumlarda güzel şeylerin tadını unutmaktan yakınırız. Demli çayın, güzel havanın, yaşamanın... Oysa unutmayı yanlış kullanırız. Tatları unutmamışızdır, sadece o denli üzgün, sıkıntılı ve depresyondayız ki o tatları alamaz olmuşuzdur. Unutulmaktan korkarız çoğu kez. Habire ardımızda bizi anımsatacak, unutturmayacak bir şeyler yaratmaya, bırakmaya çalışırız. Öncelikle ailemiz, dostlarımız sonra tüm dünyanın bizi unutmamasını arzularız. Aşık Veysel gibi bir gücümüz varsa, alır sazımızı elimize "dostlar bizi hatırlasın" deriz. Ama böyle bir becerimiz yoksa içimizden sessizce diler ve çabalarız. Bir yandan birçok şeyi unutmaya çalışırken, yaşamımızdaki bir çok insanı unutmayı arzularken unutulmamaya çalışırız. Unutmak da aynı oranda korkutur bizi. İnsanları, öğrendiğimiz bilgileri, yapmamız gerekenleri unutmaktan. Unutkanlıktan yakınırız, geçirmeye çalışırız, anımsamayı başarı sayarız ve yine de unutmaya çalışırız. Hafızamızdan mucize bekleriz. İstemediklerimizi siliversin hemen ve istediklerimizin altını çizsin. En çok da biten sevdalarda ve yapılan hatalarda arzularız bunu. Oysa hatalar unutulmamalıdır. Unutulmamalıdır ki tekrarlanmasın, ders alınsın, daha doğrusu yapılsın.VE BİRDE SEVDİKLERİMİZ UNUTULMAMALIDIR İŞTE BENİM UNUTMAK İSTEMİYECEĞİM BİRİDE BARIŞ VE O ÖYLE SARHOŞ OLUP UNUTMAK İSTEYENLE İÇİN SÖYLÜYOR :-)))

ŞU BENİM MANİK DEPRESİF ATAKLARIM :-))

bugün kendimden korktuğumu farkettim ! hani ben hep sürekli yazıyorum ya ben deliyim deliyim diye işte en sonunda deliliğimin kanıtı sayilabilecek hastalığımın adını buldum ! evet ben sanırım manik depresif oldum.bazen yaşadıklarımı ; şu hayat sahnesinde yaradanın benim için yazdığı tek kişilik oyunda başrol oyuncusu olarak o kadar çok şey yaşadım ki artık ne neredeyse şizofren olmadığıma şükrediyorum.çevremin bencil , kendini düşünen , egoist insanlarla dolu olduğunu bilmek ve görmek en sonunda beni delirtti işte!nedenini bilmem ama bu güne kadar ben herkesin kırılmaması için elimden geleni yaptım.aman üzülmesin ,aman kırılmasın ,aman duyarsa incinir diye ,diye hep bana oldu olanlar!!! aman çok harcama yapmayayım dedim;bu kez bakımsız olmakla suçlandım,aman oğlumu rahat büyüteyim refah seviyemiz artsın dedim iş hayatına atıldım; ailem ile ilgilenmemekle suçlandım,aman zaten çalışan bir anneyim evde işlerle uğraşmayayım dedim;pasaklı kadın olmakla suçlandım ,birilerine artık büyü annenin arkasına saklanma dedim; ailesine hakaret etmekle suçlandım hatta suçlanmak yetmedi sen bunu hakediyorsun denilip dövüldüm!!! zaman zaman depresyona dayalı başağrılarımdan şikayet ettim ; hastalık hastası olmakla suçlandım !!! ama artık yeter !!artık deliliğimin sefasını sürmeye karar verdim.işte bu yüzden de yaşasın deliliiiikkkk

2 Ağustos 2007 Perşembe

ÇALIŞAN ANNE OLMAK


MERHABA

ASLINDA BUGÜN HEM ÇOK MUTLU HEMDE ÇOK MUTSUZUM. ŞİMDİ DİYECEKSİNİZKİ BÖYLE BİRŞEY MÜMKÜNMÜDÜR ? EVET İNSAN BENİM GİBİ DELİYSE VE ÜSTELİKTE ÇOCUĞUNA AŞIK BİR ANNE İSE MÜMKÜNDÜR.BEN 1,5 YAŞINDAN BERİ MİNİCİĞİNİ ASLINDA KENDİSİNDEN ÇOK DAHA İYİ BAKTIĞINI BİLSE BİLE ANNESİNE ZORLUKLAR İLE TESLİM ETMİŞ BİR ANNEYİM.ARTIK ALIŞTIĞIMIZI ( alıştığımızı diye çoğul konuşuyorum çünkü minik oğluşum içinde bu durum böyle )SANIYORDUK.ANCAK OĞLUŞUMUN KIRILAN KOLU BU DURUMUN HALEN İKİMİZ İÇİNDE NE KADAR ZOR OLDUĞUNU GÖSTERDİ BİZE MİNİCİĞİMİN KOLU KIRILDI EVET ! DÜNYANIN BAŞIMA YIKILDIĞINI HİSSETTİM O AN ! YÜCE TANRIM HİÇBİR ANNEYE EVLAT ACISINI TATTIRMASIN ! VE BENİM YİNE ONUN OKULA ALIŞMA SÜRECİNDE KULLANMAYI DÜŞÜNDÜĞÜM YILLIK İZNİMİN BİR KISMINI KULLANMAMA NEDEN OLDU BU DURUM.ASLINCA MİNİĞİMİN ACISINI BİR TARAFA EDERSEK ÇOK İYİ OLDU BİLE DİYEBİLİRİM.NE ZAMANDIR ANNE OĞUL BAŞBAŞA TATİL YAPMAMIŞTIK.O KADAR EĞLENDİKKİ BUGÜN ZOR AYRILDIK BİRBİRİMİZDEN.VE BEN İŞE O İSE BABAANNESİNİN KUCAĞINA GİTTİ.BİLİYORUM YAPTIĞIM HERŞEY TÜM HAYATLA ÇATIŞMAM ONA İYİ BİR GELECEK SAĞLAYABİLMEK İÇİN(hoş böyle istikrarsız bir ülkede bu nekadar sağlanabilir orası soru işareti ama ! ) ŞİMDİ İŞ YERİMDEYİM ARKADAŞLARIMI VE İŞİMİ ÇOK ÖZLEMİŞİM AMA BİR PARÇAM MİNİĞİMİN YANINDA KALDI ! KALBİM HALA ONUN YANINDA ATIYOR.VE BEN AĞLAMAMAK İÇİN ZOR TUTUYORUM KENDİMİ ! SENİ ÇOOOKK SEVİYORUM BENİM MİNİK OĞLUŞUM SEN HEP MELEKLER GİBİ BAK BANA VE SEN HEP GÜL VE TANRIMDAN DİLİYORUM Kİ HAYATIMIZDA HEP BÖYLE KISA OLSUN AYRILIKLARIMIZ .......

30 Temmuz 2007 Pazartesi

BEATLES

'' HAYAT SEN BAŞKA PLANLAR YAPARKEN;BAŞINA GELENLERDİR ''


SELAM

dün gece izleyeniniz varmıdır bilmem ama yaklaşık saat 02:00 sularında ntv de bir dönemin fenomeni diyebileceğimiz john lennon ve onun ( kimilerine göre cadı ) son eşi yoko ono nun belgeseli vardı.ben kendi adıma söylemeliyimki çok etkilendim.belkide benim gibi deli olmalarından kaynaklanıyordur :-)) size hakkımdakiler bölümündede yazdığım gibi biliyorsunuzki toplum ile aynı düşünmeyen çoğunluğa uymayan insanlara yıllardır deli damgası vurulur çünkü delilerin !! söyleyip düşündükleri pek çok insanın hoşuna gitmez.işte bunların belkide en ön sıralarında geliyor bu ikili çoğu insan onları hayalperest olmakla şuçlasa bile benim için hakikaten barışın çığlığıdır onlar !! ülkemizdede olduğu gibi 1968 yılının dünyadaki akımını etkileyenlerin bir parçası john lennon ve onun siyasi görüşleri amerika ve onun kanlı dişlerine hayır demenin melodilere dökülmüş şekli ! sevgili atamın yıllar öncesinden söylediği yurtta sulh cihanda sulh sözünün ; saç barışı yatak barışı şeklinde söylenmiş şeklidir ! martin luther king ve onun fikirlerine evet destekliyorum diyebilecek kadar cesur bir insandır o ! işte bu yüzden de o aynen fikirlerine uyduğu insan gibi haince öldürülen ancak fiziki olarak ortadan kaldırılsa bile düşünceleri ve eylemleri asla insanların beyninden silinmeyecek gerçek bir dünyalıdır

25 Temmuz 2007 Çarşamba

ELLERİNE VE YÜREĞİNE SAĞLIK SEVGİLİ ZÜLFÜ LİVANELİ


Zülfü Livaneli, “Seçimler öncesi CHP’ye zarar vermemek için bildiğim birçok konuyu içime gömerek sustum” dedi.

Zülfü Livaneli’nin Vatan Gazetesinde bugün yayımlanan makalesi:


Deniz Bey, o fotoğrafı çıkarıp bakmanın zamanı geldi!

Seçimler öncesi CHP’ye zarar vermemek için bildiğim birçok konuyu içime gömerek sustum, bundan sonra da bu parti ve liderine ilişkin hiçbir şey yazmayacağım.

Çünkü bir faydası olacağına inanmıyorum.

Ama bu konudaki son yazımda size bir tanıklığımı aktarmak zorundayım.

Bunu bir borç olarak görüyorum:



***

Deniz Bey lütfen hatırlayın:

19 Aralık 2002 tarihinde karlı bir Ankara gününün akşamında Mehmet Sevigen’in evindeydik.

Ben Cumhurbaşkanı ile görüşmeden geliyordum.

Abdullah Gül Başbakandı, Tayyip Erdoğan’ın ise Meclis’e girme umudu kalmamıştı.

Cumhurbaşkanı Sezer bir gün önce, Tayyip Erdoğan’ın “milletvekili olmadan başbakan olma” önerisini reddetmişti.

Türkiye’nin kaderi o akşam o evde değişti, çünkü siz “Tayyip Erdoğan başbakan olacak!” diye tutturdunuz.

Sizi “Çok tehlikeli bir oyun bu!” diye uyaran parti dışından önemli şahsiyetlere kızdınız, “Hayır!” dediniz “İki ay dayanamaz. Göreceksiniz iki ay dayanamaz.”

Sizin bu iddianıza karşılık ben ne dedim: “Erdoğan herhangi bir kişi değil, bütün tarikatların birleşerek Erbakan’ın yerine seçtiği siyasetçi; arkasında Amerika, Avrupa desteği de var. Program Türkiye’yi ılımlı İslam cumhuriyeti yapma programı. Sizin dediğiniz gibi iki ayda gitmeyecek; tam tersine, bu odada bulunan herkesin siyasi hayatını bitirecek.”

İki ay dayanamaz iddianızı, “görüşleri gereği IMF ile anlaşma yapmaz, ekonomiyi zora sokar ve dayanamazlar.” tezine oturttunuz.

Ama bunların hepsi bahaneydi çünkü siz iki partili rejimin işinize yaradığını anlamış ve seçim sonuçlarına sevinmiştiniz. Çünkü size ana muhalefet partisi lideri olmak ve soldaki rakiplerinizi yok etmek yetiyordu. Bu iş birliğini daha sonra da sürdürdünüz.

O zaman ben sizin Tayyip Erdoğan’la seçim öncesinde Beylerbeyi’nde gizlice buluştuğunuzu ve bir anlaşma yaptığınızı bilmiyordum.

Bu gecenin tanıkları var: Önder Sav, Eşref Erdem, Mehmet Sevigen, Bülent Tanla, Yaşar Nuri Öztürk.

Belki bazıları sizden korkar ve tanıklık etmez ama bir kısmı da bu sözlerin doğru olduğunu açıklar. Yani tanıklar var. Ötekiler de söylemese bile içten içe bunun doğru olduğunu bilir. Siz de bilirsiniz.

Tartışmanın sonunda dediniz ki: “Bu gece birbirimizin fotoğrafını çektik. İki ay sonra çıkarıp bakalım. Ama rotuş yapmadan. Hangimiz haklı çıkmışız?”

Şimdi, 2007 seçimlerinin ardından o fotoğrafı cebinizden çıkarıp bakın Deniz Bey.

Ve düşünün; Meclis grubunda “Erdoğan’ı başbakan yapıyor diyorlar. Evet yapıyorum. Var mı itirazı olan!” diye bas bas bağırmanıza değdi mi?

Erdoğan’la Beylerbeyi’nde gizlice buluşmaya ve size oy veren milyonları hiçe sayarak gizli anlaşmalar yapmanıza değdi mi? (Deniz Bey, biliyorsunuz ki bu gizli buluşmanın da tanığı var.)

Başbakan olmak, elbette Erdoğan’ın demokratik hakkıdır. Ama bunun için olağanüstü çaba harcamak CHP’nin birinci görevi değildir. Üstelik dokunulmazlık kaldırılmadan.

Bir milletvekilinin mazbatasını iptal ettirip, Anayasa’yı değiştirip, grubu baskı altına alıp, Siirt seçimlerini es geçip Erdoğan’ı meclise sokmak ve dokunulmazlık zırhına kavuşturmak için verdiğiniz canhıraş çabanın yüzde birini partiniz için verseydiniz sonuç bambaşka olurdu.

Size o gün söylediğim gibi, Türkiye’nin kaderini değiştirdiniz.

Deniz Bey; sözlerimde en ufak bir çarpıtma varsa çıkıp söyleyin. “Öyle değildi. Böyle konuşmadık.” deyin.

Genel Sekreterinizin ve en yakınlarınızın tanık olduğu bu konuşmayı inkâr edin.

Ya da başınızı önünüze eğin ve tarihin hakkınızda vereceği yargıyı düşünün.

Deniz Bey; çok ağır şeyler yazdığımın farkındayım. O akşamki tartışmaya kadar bir dostluğumuz vardı, bunları yazmak istemezdim.

Ama hem duruma doğru teşhis koyamamanız, hem de aşırı derecede inatçı olma huyunuz yüzünden hepimizi tehlikeye attınız.

Tayyip Erdoğan’ın yüzde 34 oyla meclisin üçte ikisini ele geçirmesinin manivelası oldunuz.

Daha önce Refah Partisi’nin belediyeleri ele geçirmesi de sizin oyları bölmeniz sayesinde gerçekleşmişti..

Tayyip Erdoğan’ların ve yine çok yakın dostunuz olan Melih Gökçek’lerin en büyük şansı sizdiniz.

CHP’nin ise en büyük şanssızlığı oldunuz.

Bu ülkenin sola şiddetle ihtiyaç duyduğu bir dönemde, bütün uyarılarımıza rağmen partiyi sağa çekmekte, Kürtlerden, Alevilerden, solculardan ayırmakta ısrarlı oldunuz.

Erdal İnönü, Hikmet Çetin, Murat Karayalçın, Fikri Sağlar, Ercan Karakaş, Mehmet Moğultay, Seyfi Oktay, Celal Doğan ve daha birçok sosyal demokratla el ele tutuşup halkın karşısına çıkmanız gerekirken; eski MHP’lileri, eski ANAP’lıları, idamla yargılanmış sağcı militanları parti vitrinine çıkarmakta ısrar ettiniz.

Size defalarca “Bir şeyin aslı varken kopyasına kimse bakmaz!” dememize rağmen, sol politikaları değil, MHP çizgisini tercih ettiniz.

Sağcıları ve sekreterinizi Meclis’e sokarken, İsmet Paşa’nın Avrupa Konseyi’nde komisyon başkanı olma başarısını gösteren torunu Gülsün Bilgehan’ı Meclis dışında bıraktınız.

İnanın ki bunları yazarken samimi olarak üzülüyorum. Keşke haklı çıkmasaydım, keşke sizin tahminleriniz doğrulansaydı diyorum ama durum ortada.

Yazık oldu Deniz Bey, hem size, hem partinize, hem de size inanan temiz yürekli sosyal demokratlara.

Artık bundan sonra istifa etseniz de bir etmeseniz de.

Bad-el harab-ül Basra!